9 Nisan 2012 Pazartesi

DAYICIĞIM ŞAPKA YAKIŞMIŞ SANA

Kamera; Güven   KADIKÖY-İSTANBUL

 Güneş ve deniz; canlı hayatının varoluşuna
tanıklık yapan iki güzel şey; SEVİYORUM SİZİ.

Bir gün daha geceye,bir gece de güne devroluyor.


DAYICIĞIM ŞAPKA YAKIŞMIŞ SANA




 Tekirdağ’ın bütün yeraltı hazinelerinden sorumlu Hazineci Başı Mehmet Paşa her zamanki gibi şehir turundaydı. Sevdiği, şakalaştığı insanları kendi dünyasına çekip, onun gerçek gibi anlattığı masallara inanmanız hatta içine düşmeniz an meselesidir.

 Hazineci Başı Mehmet Paşa matematiği ve hayal dünyası oldukça iyi olan bildiğimiz soylu doğu insan tiplerinden birisidir. Onu tanıdım tanıyalı, dinlediğim hazine muhabbetleri insan denen bütün canlıları titretecek kadar büyük ve ihtişamlıdır…

 Hazineci Başı Mehmet Paşa, ona göre bulduğu hatta kuruşu kuruşuna hesabını yaptığı hazine tılsımlıdır. Mağara ağzına kadar hazine ile doludur. Ama tılsımı bilemezsin onu dışarı çıkaramazsın. Çıkarırsan öteki dünyayı hazinesiz boylarsın!

 İçinde kaç ton altın, kaç kg olduğu bugünkü piyasa değeri onun üstün zekâsı sayesinde bilinmektedir. Bu hikâye dilden dile dolaşır, nice insanın hayal dünyasını perişan eder…

Hazineci Mehmet Paşa ile karşı karşıya geldiğimiz cadde de yine onun tanıdık seslenişi ile

Dayıcığım şapka yakışmış sana.” Yıllardır taşıdığım kasketi yeni görüyormuş gibi konuya girdikten sonra;

Yakında hazine çıkıyor. Bütün kapılar açılacak.” Ne kadar çıkacağı, kaç ton ve kaç katrilyon olduğunu da en hassas adalet bekçisi ağzı ile söyledi. Elbet her zamanki bonkör keşiş ağzı ile benim payımı da söyleyerek ağzımı, yüzümü sulandırdı.

 Hazineci Başı Mehmet Paşa’nın hazine ile ilgili söyledikleri yanımızdan geçen ve onu tanımayanları baştan aşağıya, aşağıdan yukarıya bir şekilde sarstığı gün gibi belli oldu. Büyük hazineyi, tonajını, katrilyon değerindeki büyüklüğünü duyanın başı dönüyor. Zaten Hazineci Başının da istediği bu baş dönmesidir. Avını sersemleten elektrik yüklü balıklar gibi önce elektriği verip sersemletiyor, sonra da o günün nafakasını alma girişimini insan denen canlının en nazik üslubu, en kurnaz siyaseti ile ince bir dantel ustası zarafeti ile yapıyor.

 Ülke insanımın hazine merakı, köşeyi dönme aşkı gün gibi ortadadır. Zaten bu hazine merakı yüzünden de üretim üstünlüğü, dünyaya öncü olma gibi icat yarışı içindeki geriliğimiz de sırf bu hazine merakları yüzündendir.

 Dağlarda, tepelerde gezerken rastladığım büyük-küçük çukurlar hep hazine meraklılarının bol hülyaları yüzündendir. Öyle çukurlara denk geldim ki taş kadar sert olan toprak parçası bile kazılmış. Kim hangi sarayların, katların, yatların rüyaları vardı o çukura vurulan ilk kazmanın seslerinde…

 1950’li yıllarda da hazine rüyaları gördük. 1980’li yıllarda da hazine rüyaları, düşleri görüp kurduk. 1990’lı yıllarda hazineyi bir kadın başbakan sunmak istedi bize; bilmem kaç anahtarımız olacaktı. Oldu da, anahtarlarımız oldu olmasına ama halk baştan aşağı sarsılıp, tüten ocaklar tütmez, ışığı yanan evlerin ışığı çoktan soylu karanlıklara teslim oldu.

 Hazineci Mehmet Paşa bildik haberini verdikten sonra, yanımızda bize kulak misafiri olanların yaşam heyecanını arttırarak yoluna devam etti. Hızlı, çevik ve akıl dolu adımları ile gülümseme bir maskeden çok ona ait bir gerçek yüz görüntüsünde caddeden aşağılara doğru, başka inanmak, gülmek, dinlemek isteyenlere anlatacak hazine hikâyesini de yanında götürdü.

 Hazineci Mehmet Paşa belki de paşa olup da en mutlu olanlardandır. Apoletleri olmadığı için kimse onla uğraşmaz. Derin Devlet işlerine karışacak kadar ön sıralarda olmadı; olmaya da niyeti yok.

 Onun bir tek düşü var; hiçbir zaman çıkmayacak tılsımlı olan hazinesinin kaç ton ve kaç katrilyon olduğunu söyleye söyleye bu şehrin hazine destanını kültürleştirmek; nesilden nesle aktarmak.

 Hazineci Mehmet Paşa giderken gülümsüyordu; muhtemelen bugünkü şarap, bira nafakası da çıkmış, bir de sigara almaya para buldu mu hazineyi çıkarmış, tılsımı çözmüş kadar mutlu bir insan mutluluklarını yıldızlar gibi tüm şehre; hatta ülkeye, hatta ve hatta dünyaya; evrene yayacak…


 Güven Serin


 




























8 yorum:

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Adsız dedi ki...

Ah Ah neden hep bir kolaycılık var ruhumuzda bilmem.Hazine bulunur mutlu son.Büyük ikramiye çıkar,kız zengin adamla evlenir mutlu son.Onu boş ver ama Kadıköy'ün güzelliği yerindedir bu mevsim.Hazine belki de İstanbul'un kendisidir bize fark etmesek de.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Sezer. Kesinlikle o saf bedenler toplumlara bir armağandır.

Bilgiçlik kendi çıkarları adına dünyayı darmadağın ederken tahtları olmayan bu güzel sevimli krallar günlük nafaka, güldürü,insaniyet peşinde koşarlar...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ruhlarımızın kolaycılığı beni de düşündürüyor Ruhgezgini; kolay olanı ziyan etmekle kültürleştirmiş, kıymet bilmez talancı ruhlara bürünmüşüz.

Dünya ve bu ülke; muhteşem...

Kargaşa,savaşların, hırsızlıkların yanında hakedilmiş sevgiler, yiyecekler dünyanın en güzel hazinesidir.

Kadıköy; muhteşem güzelliklerin,sohbetlerin,sanatın,felsefenin diyarı.

Evrenin doğal dengesini hep sevdim; aç gözlüye,erdemliye kendi terazesinde verecek bir şeylere hep vardır.

gülsen VAROL dedi ki...

aslında hepimiz birer hazine avcısıyız sevgili Güven.. Kimimiz dilden gelecek bir söze bin hazine bağışlarız, kimimiz bir gözün anlattığı hazine değerine inanırız..
Ne hazineler yitirilir de nice zaman sonra toprak altında kalınca anlarız hazine olduğunu..

Neredeyse hemen hemen benim evin önlerinde dolaşmışsın.. keşke haberim olsaydı :)))

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın öğretmenim.

"Ne hazineler yitirildi de nice zaman sonra toprak aldında kalınca anlarız hazine olduğunu.."

Otuz büyük uygarlık hâla toprak altında yatıyor. Üste kalanları çoktan dünyevi çığılıklar adına ya yok edildi, ya da talan-dolan ile satıldı.

İnsan denen büyük rüya; var oluşu, var olduğunu, sese, felsefeye, kişiliğe sahip olduğunu, tanrı suretinde bir canlı olduğunu öğrenemeden gitti-gidiyor; ben ona yanarım öğretmenim.

İstisna insanların önünde eğilir ellerim acıyana kadar alkışlarım.

Evet evinizin yakınında dolaşmışım, müziğin,kahvenin sesini duydum da nereden geldiğini çıkaramadım öğretmenim. :))

Esin Bozdemir dedi ki...

Hazinecibaşı Mehmet Paşa'nın ayak izlerinde biraz da Sakallı Celal'i görür gibi oldum!..bu değerli topraklarda ne gizli cevherlerimiz var!. ama biz cevheri hep toprağın 7 kat altında karanlıklarda aradık!..belki de yaşarken varlığını ve kıymetini bilemeyip kaybettikten sonra hep değer biçtiğimiz için kimbilir!..

zaafiyettir hazineyi'dünyevi çılgınlıklarda aramak!' peşinde koşmak!.ama hep şekilcilik peşinde koşturtulan ve beyni yıkanan insanoğlu!..sadece bu dünyada değil cennetin bahçelerinde bile ağzına kadar hazine dolu bir ambiyans içinde hurilerle!, binbir çeşit meyvelerle özendirilir! (ödevlerine karşılık!!!)mükafatlandırılmak istenir!..

dünyada da öyle değil mi! hep "ye kürküm ye!" muhabbetleri!.. o kürke sahip olabilmek için de hazineyi açacak anahtarın peşinde koşan ne çok insan vardır!.. ve bunun için de yapmayacakları rezillikler yoktur!..

Oysa manada ve derinlerdeki gerçek hazineleri görebilmek ve ona sahip olabilmek önemlidir!..

en büyük hazine insanın içindeki gerçek sevgidir!..içine hile, hurda katılmamış, hak edilmiş!..alın terine emeğini ve sevgisini sunabilmiş sevgidir!..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Esmir. Bazen düşünmüyor değilim; bu insancıkların ömrü 70-80 yıl olduğu halde bu kadar doymazlık var. Acaba ömrümüz birkaç kat daha uzasa; 150-200 yıl olsa NİCE OLUR BU DÜNYANIN HALİ!

Ne olacak bu memleketin hali demişler Sakallı Celal'e.

-Vallah demiş; Tanzimat ilan ettik olmadı. Meşrutiyet ilan ettik olmadı. Cumhuriyet ilan ettik olmadı. Yahu bir de CİDDİYET ilan etsek nasıl olur? :))

Aslında sakallı Celal'in haberi yok, onu da gülmez sultanlar sayesinde hep var ettik esas sevgiyi icat etmeli bu topraklarda ama o da çok zor bir şey ki yer altına girmiş uygarlıklar gibi, kayıp ATLANTİS KITASI gibi bir türlü çıkmaz ortaya...