13 Eylül 2025 Cumartesi

ZORBA GİBİ DANS ETMEK Mİ

 




                              ZORBA GİBİ DANS ETMEK Mİ?

   Bu çalışmamın uzun başlığı tam olarak: Zorba Gibi Dans Etmek mi? Alexandre Gibi Hatırlanmak mı? Olacaktır…

 İki eserin bitmeyen sorgulamasının küçük bir özetini siz değerli okuyucuyla paylaşmak istiyorum. Belki kendi gününe bir gün daha eklemek, kendi sorularına bir cevap daha bulup yaşamın sonsuzluğu içinde kendimize biraz daha yakın olup sokuluruz diye…

                        

  Eninde sonunda insan başladığı yere geri dönermiş! Onlarca film izler, yüzlerce kitap okuruz. Bazıları sıklıkla geri çağırır insanı… Theo Agelopoulos’un yönettiği Sonsuzluk ve Bir Gün filmi, Sınırlar üçlemesinin son filmidir. Zorba romanı da Nikos Kazancakis’in eseridir. Her iki esere tam olarak bulamadığım: Kim bilir hangi sözcüklerin kavram arayışları içinde geri dönüyorum.

   Bazı filmler ve kitaplar hayat boyu liman vazifesi görürler. İnsan fırtınalı havalarda veya kendine daha çok sokulmak istediği anlarda o limanlara uğramak, belki de ruhunu tamir etmek için çekilmek istiyor…

   Ne zaman ruhumuz bir arayışa girse, ne zaman kelimeler kifayetsiz kalsa, o tanıdık, samimi sahnelere geri döneriz. Nikos Kazancakis’in Zorba’sı ne ise, Yunan sinemasının melankolik şairi Theo Angeloyoulos’un Sonsuzluk ve Bir Gün filmi de odur. Peki, ama bu eserlerdeki gizemli güç veya güçler nedir?

   Biri “anı yaşa” diye haykırırken, diğeri geçmişin gölgelerinde bir gün daha isteyen bir adamın hikâyesini anlatıyor.

   Bu eserlerde tam olarak ne buldum? Ölmek üzere olan bir şairin son günün anlatan bir film… Sıradan bir gün değil bu gün. Tüm bir ömrün, pişmanlıkların, kaçırılmış fırsatların ve kayıp bir aşkın içine sığdırıldığı bir zaman yolculuğu. Film ve karakter bize sıklıkla sorar:

—Bir günü sonsuz kılmak mümkün mü? Belki de hafıza ve zamanın sınırlarını aşmanın bir yoludur!

   Yolları Arnavutluk sınırından kaçan küçük bir çocukla kesişir. Sınırlar, sadece ülkeler arasındaki sınırlar değil; yaşamla ölüm, geçmiş ile gelecek, diller ve kültürler arasındaki sınırlar… Şair ölmeden önce biriyle bağ kurarak kendi varoluşsal yalnızlığını aşmaya çalışır.

  Kazancakis’in Zorba eseri ise bu çıkmaz hallerde daha çok aklıma geliyor. Zorba, felsefeyi, kelimeleri ve planları bir kenara atıp dans ederek, içerek, severek hayatın ta kendisi olmayı seçiyor. Onun için anlam, eylemin içindedir. Zorba karakteri: Nasıl yaşanır? Sorusuna coşkuyla cevap verir. Theo Angelopoulos’un karakteri Alexandre ise hayatı boyunca kelimelerin ve düşüncelerin içinde kaybolmuş, eyleme geçmemiş bir entelektüeldir.

   “Sonsuzluk ve Bir Gün “ sadece bir film değil, ruhumuzun derinliklerine inen şiirsel bir sorgulamadır. Zamanın ne kadar göreceli, anıların ne kadar değerli ve söylenmemiş sözlerin ne kadar ağır olduğunu hatırlatır. Tıpkı, Zorba’nın bizi ayağa kaldırıp dans ettirme gücü gibi, Angelopoulos’un filmi de, bizi oturtup kendi içimizde, kendi ‘bir günümüze’ bakmaya davet eder.

   Belki de bu eserlere dönmemin nedeni budur. Hayatın karmaşası içinde unuttuğumuz en temel soruları sorma cesaretini ve kendi cevaplarımızı bulmak için ihtiyaç duyduğumuz o ‘ ödünç alınmış kelimeleri’ vermeleridir…

   Birisi sözcüklerin büyüsüne kapılmışken, diğeri dansın ve o anın büyüsüne kapılmış bir halde, belki de kendi hayatlarının sürgünü olmanın ibretsel öykülerini bırakıyorlar geride…

 Güven SERİN 






Hiç yorum yok: