2 Ağustos 2025 Cumartesi

TEKİRDAĞ'DA GÖRDÜĞÜM O YÜZ!

 


                                             TEKİRDAĞ’DA GÖRDÜĞÜM O YÜZ!

    ( Toplumsal Yetimlik )

   Bu yüzü, çaresiz bakışın kabul edişe sığınmış gencini anlatmak için ya yukarıdaki başlığı, ya da; “ Bir Adam, Bir Yüz, Bin Kırık Hayat” başlığını yazmayı düşündüm. Ancak, bendeki bu derin etkiyi, siz değerli okuyucuya anlatabilirim…

   Tekirdağ’ın bir köşesinde, Balıkesir’den gelen yorgun bir bedene uzatılan bir poşet yolluk… Bu sıradan ve insanı jest, modern toplumun en derin trajedilerinden birinin perdesini araladı. O poşeti “hatır için” alan, sanki yeme içme mecburiyeti onun için çoktan sona ermiş gibi duran o genç adamın yüzü, günlerdir zihnimde silinmiyor. Boş, ifadesiz ve bir o kadar ağır… Sanki yeryüzünde fazlalık olan bedeni değil, ruhuna yüklenmiş koca bir enkazı taşıyordu.

   O yüz,yalnızca kişisel bir dramın değil,parçalanmış ailelerin geride bıraktığı “duygusal mirasın” en net fotoğrafıydı.Anlattılar… Anne-babası ayrılmış “kurban çocuklardan” biriydi. Büyümüş, kendi yuvasını kurmuş ama o da yürümemiş, o da ayrılmıştı. Geriye kalan iki evladın, annelerinin yanında, babalarını sadece bir para kaynağı olarak görmesi, bu trajedinin ikinci perdesiydi. O genç adam, sadece bir eşten değil, bir gelecekten, bir baba olabilme onurundan da boşanmıştı aslında.

   Günlerdir o yüze bir isim, içimdeki sarsıntıya bir kavram arıyorum. Bu, basit bir umutsuzluk değil. Bu, bir “çaresizlik zırhı”. İnsan, kaybedecek bir şeyi kalmadığında korkusuzlaşır derler. Oysa bu bir cesaret değil, yaşamla arasına örülmüş en kalın duvarın, yani anlamsızlığın bir sonucudur. Sevgi, aidiyet, amaç gibi insanı hayata bağlayan tüm demirler koptuğunda, geriye kalan beden artık ne toplumsal kurallardan ne de yarının getireceklerinden çekinir. Çünkü “yarın” onun için bir umut değil, tekrar edilecek bir boşluktur. O yüz, işte bu yüzden korkusuz ve bu yüzden bu kadar ürkütücüydü.

   Bu, bireysel bir kader kurbanının çok ötesinde, toplumsal bir alarmdır. Bizler boşanmayı, medeni bir hak olarak görüp hukuki bir çerçeveye sığdırırken, “ayrılığın” bıraktığı sosyal ve kültürel enkazı görmezden geliyoruz. Ayrılan eşlerin ardında bıraktığı çocuklar, sadece bir evden diğerine gidip gelen bavullar değildir. Onlar, çoğu zaman sevginin ve güvenin istikrarsız zemininde büyüyen, gelecekteki kendi ilişkilerinde de aynı sarsıntıyı yaşama potansiyeli taşıyan “toplumsal yetimlerdir”.

   O gencin yüzündeki kıvılcımsızlık, aslında hepimize bir soru soruyor: Bu yaralara nasıl ÇARE üreteceğiz?

     Çözüm, boşanmaları engellemek değil,”sağlıklı ayrılmayı” bir toplumsal bilinç haline getirmektir. Ebeveynlik rolünün, eş rolünün bittiğinde sona ermediğini; bir çocuğun en temel ihtiyacının para veya hediye değil, koşulsuz sevgi ve güvene dayalı, istikrarlı bir ebeveyn figürü olduğunu her fırsatta işlemeliyiz.

   Okullarda, rehberlik servislerinde, aile danışmanlık merkezlerinde bu “duygusal enkazın” farkında olan erken önlem alacak birimler geliştirmeliyiz. Çocuklara ve gençlere, ailelerinden alamadıkları o güven ve aidiyet hissini bir nebze olsun sunacak destek ağlarını her tarafa yaymalıyız.

   En önemlisi de o boşluğa bakan yüzleri gördüğümüzde başımızı çevirmemeliyiz. O yüzler, sadece kendi kaderlerinin değil, bizim de duyarsızlığımızın, ihmalimizin ve yüzeysel çözümlerimizin birer aynasıdır. Tekirdağ’da şahit olduğumuz o genç adam, belki de çoktan kendi sessizliğine gömüldü ve Balıkesir’e geri döndü. Ama onun yüzü, geride kalanlara ağır bir sorumluluk bıraktı: Parçalanmış ailelerin görünmez mirasıyla daha kaç kuşağı kurban vereceğiz?

   Son söz: “Toplumsal Yetimlik” .Bu, sadece kuralların değil, köklerin de kaybedildiği bir haldir…

Güven SERİN 


Hiç yorum yok: