KAŞIKÇILI TERZİ ÖMER BEY
Ömer Bey için; “ Şehrin kumaşını dokuyan zanaatkâr” dersek, çok iyi demiş oluruz…
Her şehrin bir ruhu, bir hafızası vardır. Bu
ruhu binalar, caddeler değil, o şehirde nefes alan, onunla yaşayan, onun
derdiyle dertlenen insanlar oluşturur. Tekirdağ Sülemanpaşa’nın yalı bölgesinde,
telaşlı adımlarını sanki bir ritüel gibi sahile bırakan, yüzündeki gün görmüş
tebessümle selam veren Ömer Bey, işte bu şehrin ruhunu ayakta tutan o sessiz
kahramanlardan biridir.
Ömer Bey, kendini “ Kaşıkçı’nın evladı” olarak tanıtırken, sesinde gurur, köklerine ve zanaata duyduğu derin saygının bir yansımasıdır. Yıllarını küçük esnaf olarak, bir terzi dükkânının o kendine has kumaş ve tebeşir kokusu içinde geçirmiş. Makasının kumaşta bıraktığı o net iz,iğnesinin attığı her sağlam dikiş,onun hayat felsefesinin de bir özeti aslında.Emekli olmuş olabilir ama zanaatkâr ruhu asla emekli olmaz.O ruh,şimdi dükkânının duvarlarını aşıp Süleymanpaşa’nın sokaklarına,mahallelerine taşımış durumda.
Onun için yaşadığı yer, üzerine titizlikle çalıştığı bir kıyafet gibidir. Nasıl ki usta bir terzi, kumaştaki en ufak bir söküğü, potluğu anında fark ederse, Ömer Bey de şehir dokusundaki aksaklıkları o zanaatkâr gözüyle hemen görür. Patlamış bir su borusu, kazılıp üstü kapatılmamış bir çukur, yanmayan bir sokak lambası… Bunlar onun için şehrin kumaşındaki söküklerdir. Ve o,bir an bile tereddüt etmeden eline telefonu alır, o söküğü dikmek için gerekli yerleri arar. Şikâyet etmek için değil, çözümün bir parçası olmak için. Çünkü zanaatkâr, sadece sorunu görmez, sorunu gidermenin de sorumluluğunu da ruhunda taşır.
Yürüyüşleri, sadece bir spor aktivitesi değildir Ömer Bey için. Adeta bir “şehir devriyesidir.” Bu yürüyüşler sırasında hem bedeni hem de zihni çalışır. Çevresini dikkatle süzerken, bir yandan da zihin sporunu ihmal etmez. Okur, merak eder, sorar ve sorduğu soruların peşine düşer. Onunla yolda karşılaşıp başladığınız kısacak bir selamlaşma, bir anda memleket meselelerinden tarihe, sağlıktan felsefeye uzanan derin bir sohbete dönüşebilir. Bu sohbetler, onun basit ama etkili kültürünün, sıradanlığın içindeki bilgeliğin en güzel kanıtıdır.
Ancak Ömer Bey’in o gülen yüzünün, yardımsever ve çözüm odaklı tavrının ardında, yıllardır içinde taşıdığı derin bir acı yatar. Bunu da yine o sahil kenarı sohbetlerinden birinde, en doğal haliyle öğrenirsiniz: İki evladından birini yıllar önce toprağa verdiğini… İşte o an anlarsınız ki, onun bu yorulmak bilmez çabası, başkalarının derdine dermen olma isteği, belki de kendi yanan yüreğini bir nebze olsun ferahlatma arzusudur. Acısını, topluma faydalı olarak, yaşadığı yeri güzelleştirerek sağlamaya çalışan bir babanın sessiz ve soylu çabasıdır bu.
Ömer Bey; doğduğu köye olan sadakati, zanaatına olan aşkı ve yaşadığı şehre olan gönül bağıyla, modern zamanların kaybolmaya yüz tutmuş değerlerinin yaşayan bir anıtı gibidir. O,bize bir şehri sevmenin, sadece manzarasını izlemek değil, onun her bir sokağına, her bir insanına karşı sorumlu hissetmek olduğunu hatırlatır.
Süleymanpaşa’nın sokaklarında yürürken, eğer yüzünde nazik bir tebessümle etrafı süzen, adımlarını sağlam basan o değerli insanla karşılaşırsanız, bilin ki şehrin görünmez bir koruyucusu, kumaşını ilmik ilmik dokuyan bir zanaatkâr ruhuyla tanışmışsınız demektir.
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder