25 Temmuz 2025 Cuma

HAYAT ERTELENDİ

 


                                     HAYAT ERTELENDİ, ÇAY SÖYLENDİ

   ( Ismarlanmayan O Kahvenin Hüznü )

  Sanıyorum gördüğüm manzara en pahallı tasarruf seçeneklerinden birisiydi! Deniz kenarında, insanın ruhunu dinlendiren o tatlı esintinin eşlik ettiği bir kafede oturuyordum. Yan masama, hayatın tüm yorgunluğunu ve aynı zamanda bir araya gelmenin o tatlı telaşını yüzlerinde taşıyan bir aile geldi. Bir erkek, eşi, küçük kızı, annesi ve ablası… Beş kişilik o küçük kalabalık, az önce kalkan birilerinin ardından denize en yakın gölge yeri kapmanın sevinciyle sandalyelerini, masalarını neşeyle düzenledi.

  Adamın yüzünde, geniş ailesini bir araya getirmiş olmanın haklı gururu ve gülümsemesi vardı. O anın keyfini perçinlemek istercesine sordu: “ Ne içiyorsunuz?”

   İlk cevap,oldukça zarif ve mutlu görünen eşinden geldi.Net ve beklentili bir sesle: “ Türk kahvesi.”

   Bu cevabın ardından adamın yüzündeki gülümseme bir anlığına dondu, yutkundu ve belki de farkında olmadan bütün atmosferi değiştirecek o soruyu sordu: “ Burada kahve kaç paradır?”

   Bu soru, masanın üzerinde görünmez bir hesap makinesi çalıştırmaya yetti. Bu, paranın konuşulduğu, sevginin ve anın değerinin maddi bir karşılığa büründürüldüğü o talihsiz andı. Sorunun yarattığı o sessiz baskıyı anında hisseden anne ve abla, neredeyse içgüdüsel bir refleksle, o tanıdık, fedakâr tınıyla cevap verdiler: “Biz çay içelim.” Seslerindeki çekingenlik ve kararsızlık, aslında içmek istediklerinin çay olmadığının en büyük kanıtıydı. Onlar, evlatlarını, kardeşlerini zora sokmamak adına kendi küçücük zevklerinden vazgeçmenin o asil ama bir o kadar da hüzünlü terbiyesini bir kez daha sergiliyorlardı.

   Masadaki tek kaygısız, belki de en bilge kişi olan küçük kız ise menüyü inceliyor, renkli resimlerin ve bilinmez veya bilinen tatların hayalini kuruyordu.

   Adam, belki de kahve ısmarlama konusundaki aceleci ve hesapçı tavrını telafi etmek istercesine gitmeden önce bir daha sordu: “ Evet herkes ne içiyor?” Cevap yine aynıydı, sadece eşi bir Türk kahvesi istediğini tekrarladı.

   Onlar gittikten sonra yanı başımdaki manzarayı, bu “an”ı düşündüm. O anne ve ablanın yüzündeki çizgilerde, sadece yaşanmışlıkların değil, işte böyle sayısız küçük fedakârlığın izleri vardı. Belli ki bu üç aile sık sık bir araya gelmiyordu. Yakalanan bu kıymetli fırsatta, denizin, güneşin ve gölgenin ortasında, geçmiş hatıralarının maneviyatla dolu bir Türk kahvesini höpürdeterek içme zevkinden mahrum kalmanın nezaketini gösteriyorlardı. Bizim kadınlarımızın, evlatlarını ve kardeşlerini her fırsatta kollayan o şefkatli kanatları, yan masamda bir kez daha açılmıştı.

   Hâlbuki o adam, ne kadar yüce bir fırsatı kaçırdığının farkında değildi. Hayat, sevdiklerimizle böylesine huzur dolu anları her zaman cömertçe sunmaz. O an, bir fincan kahvenin fiyatından çok daha değerliydi. O an, annesinin ve ablasının gözlerinin içine bakıp,”Canınız ne istiyorsa o olsun, bugün her şey benden!” demenin paha biçilmez hazzını yaşama fırsatıydı.

   Unutuyoruz… Her şeyin bir hesap olmadığını, böyle anlarda tıpkı doğanın kendisi gibi hesapsız, içten ve cömert olmamız gerektiğini unutuyoruz. Birlikteliğin, paylaşımın o eşsiz değerini, çoğu zaman en basit yerlerde, bir fincan kahvenin alçakgönüllü keyfinde kaybediyoruz.

  Bazen en büyük kazanç, cüzdanda kalan para değil, sevdiklerinin yüzünde bıraktığın hesapsız bir tebessümdür. Ve bazen en pahalı şey, aslında en ucuz olanı ısmarlamaktır; çünkü o an kaçırılan hayatın ta kendisidir.

Güven SERİN 


Hiç yorum yok: