28 Haziran 2025 Cumartesi

PAŞAKÖY

 

İNTERNET

                  BİR YUDUM SOHBET, BİR ÖMÜR HATIRA: PAŞAKÖY

   Bir akşamüstü doğduğum topraklarda, İpsala Paşaköy’deyim. Yanımda kıymetli dostum Rahmi Bey ile köy sınırlarında ilerlerken, sağ tarafımızda uzanan yemyeşil çeltik tarlaları adeta bir umut denizi gibi dalgalanıyordu. Bu yeşillik, çiftçilerimizin aylardır döktüğü alın terinin ve emeğin en canlı şahidi. Daha nice meşakkatli günün ardından soframıza pirinç olarak gelecek o kutsal emeği selamlıyorum içimden.

   Köyüm, Paşaköy, kendi tenhalığına çekilmiş, sakin bir gün sonu yaşıyordu. İşi olanlar tarlaların yolunu tutmuş, köyün gençleri ise birçoğumuz gibi nasiplerini, geleceklerini başka diyarlarda aramaya gitmişlerdi. Bu gidişlerin geride bıraktığı boşluk, en çok annemin bahçesindeki kayası ağacında hissediliyordu. Belki mevsimin en bereketli zamanlarını yaşayan ağacın dalları “ gelin de yiyin” derecesine meyvelerle doluydu. Olgunlaşan, ballanan kayasılar sahiplerini bulamayınca toprağa düşün çürümeye yüz tutmuştu. Tıpkı Ali amcamların o muazzam bereket gibi, bu ağaçlar da onları çocukken afiyetle yiyecek evlatlarını, torunlarını büyük bir hasretle bekler gibiydi.

   Bu duyguyla on dakikalığına da olsa Ali amcamlara ( Ali SERİN ) sütanneme ( Melahat SERİN ) uğradım. Ağacın altında, belki güne, belki de upuzun bir geçmişe dalıp gitmiş bir halde huzur içinde dinleniyorlardı. O sarılmamızda hangi zamanların, hangi anıların biriktiğini kim bilebilir? İşte, o anda, çocukluk arkadaşım, dostluğun ve vefanın nişanesi Şerif BİLİR çıkageldi.

   Şerif, Rahmi Bey ve ben; üçümüz birlikte köy yollarını vurduk kendimizi. Ara yollar, koca yol derken, bir zamanlar her sokağın insanla, çocuk kahkahasıyla taşan Paşaköy’ün şimdi sessizleşmiş sokaklarından süzülerek köy meydanına ulaştık. İsmail Selvi’nin işlettiği kahvehanenin önüne geldiğimizde, günün yorgunluğunu atmak ve birkaç yudum sohbetle hayata can katmak isteyen tanıdık yüzlerle karşılaştık.

   Masamızda kimler yoktu ki? Amcam Ahmet SERİN, amcaoğlu Yılmaz SERİN, can dostum Şerif   BİLİR, Mehmet AVCI, Rahmi Bey ve ben. Masamıza bir bir uğrayan “Hoş geldiniz” diyen Paşaköy’ün güler yüzlü insanları, yaşanan bu anı törene dönüştürdüler. Osman GÜLAY, Hüseyin ERGİN, Şecattin CAN, Hasan KAYA, İsmail BİLİR, Ali Osman KALKAN, Mehmet BAYTAK, Çağlar DURAN… Doğduğum toprakların bana her daim en büyük armağanı olan bu marifetli, sıcakkanlı insanların o kısacak hal-hatır sormaları, bir “cansuyu” gibiydi.

    Paşaköy’ün boşalan sokaklarına inat, insanların yüreğinde biriktirdiği o bitmeyen sevgi ve hoşgörü, bu toprakların en büyük zenginliği olmaya devam ediyor. Tıpkı dallarında evlatlarını bekleyen kayası ağaçları gibi, Paşaköy’de vefalı insanlarıyla her zaman bir misafirini, bir “Bizden olanı” kucaklamaya hazır bekliyor…

    Bu diyar, sıradan bir yer değil; Balkanların gölgesinde, Meriç nehrinin Yunanistan sınırını çizdiği, tarihin ve coğrafyanın kucaklaştığı topraklardadır. Buradaki insanlar, Balkanlardan esen rüzgârların fısıltılarını duyarlar.

   Eğer bir gün yolunuz düşer de Balkanlar’dan esen rüzgârın, Meriç’in ve bu kadim toprakların fısıltılarını duymak isterseniz… Yunanistan’a, Ege’nin serin sularına, Enez’e veya Gala Gölü Milli Parkı’na doğru yol alırken, rotanızı bir anlığına Paşaköy meydanına çevirin.

   Hayatın o bildik koşturmacısını, zamanla yarışı ve tüm endişelerinizi nazikçe bir kenara bırakın. Köy kahvesinde demli bir çay için ve en önemlisi, o masalarda oturan güler yüzlü insanların sohbetine kulak verin. O sohbetin her yudumu, size bu toprakların neden hala bu kadar bereketli ve bu insanların neden bu kadar vefalı olduğunu anlatacaktır.

   İşte o zaman, Paşaköy’ün asıl “ cansuyu” nun ne olduğunu bizzat hissedeceksiniz.

 Güven SERİN





26 Haziran 2025 Perşembe

TEKİRDAĞ'DAN DÜNYAYA UZANAN RAKET

 

YAREN DENİZ


   

 

 

   TEKİRDAĞ’DAN DÜNYAYA UZANAN RAKET: YAREN ÖZEN

  Sayın Tekirdağlılar şimdi size bir yeteneğin büyük mücadelesini, bir ailenin çıkmış oldukları spor yolculuğundaki başarı, direnme ve disiplin hikâyesini anlatacağım…

  Neden anlatacağım? Uluslararası yolculuğunda milli tenisçimiz Yaren Özen’e ve verdiği mücadeleye daha yakından, daha duyarlı ve daha onurlu bakabilmek için demeyi borç biliyorum…

  Her şehrin sokaklarında, parklarında ve sahalarında kim bilir ne yıldızlar parlamayı bekler. Kimi zaman bir futbol topunun peşinde, kimi zaman bir potanın altında, kimi zaman da gergin bir raketin telinde geleceğe dair hayaller biriktirirler. Bugün size, o hayalleri azimle, disiplinle ve ailesinin çok büyük fedakârlıklarıyla gerçeğe dönüştüren bir gençten, Tekirdağ’ın spordaki onurundan, Yaren Özen’den bahsedeceğim.

   Yaren’in hikâyesi, 2007 yılında mütevazı bir ailenin ilk kızı olarak Tekirdağ’da başladı. Henüz 6 yaşındayken antrenör-çalıştırıcı İsmail Ata’nın ısrarı ve gayretleriyle, şehrimizin Gençlik ve Spor Hizmetleri Tenis Kulübü’nde raketiyle tanıştı. O raket, kısa sürede onun yalnızca bir oyun aracı değil, aynı zamanda hayallerine uzanan bir köprü olacaktı. Daha 8 yaşındayken katıldığı bir turnuvada kendisinden yaşça büyük rakiplerini yenerek kortlarda estireceği fırtınaların ilk sinyallerini verdi. Tenis camiası, bu küçük ama yetenekli kızı konuşmaya başlamıştı.

   Her başarı, beraberinde daha büyük adımları ve daha büyük fedakârlıkları da getirir.10 yaşında hocasının da yönlendirmesiyle Türkiye’nin en saygın akademilerinden birine transfer olma fırsatı doğduğunda, ÖZEN ailesi duraksamadan bir şehrin ve bir hayatın düzenini değiştirecek o büyük riski aldı. İstanbul’a taşındılar. Sadece bir şehir değişikliği değil, bir çocuğun hayaline adanmış bir ailenin yürekli tercihiydi… Yaren, bu güveni boşa çıkarmadı. Ulusal ve uluslararası turnuvalarda adını duyurmaya, bayrağımızı temsil etmeye başladı.

   Hayatın getirdiği yeni bir virajla 2021’de Bursa’ya taşınsalar da Yaren’in azmi hiç eksilmedi. TED Tenis Akademisi’nde burslu olarak devam ettiği profesyonel yolculuğu, onu bugünlere taşıdı: Okullar arası Dünya Şampiyonası’nda üçüncülük kürsüsüne çıkmak, Büyükler Türkiye Şampiyonası’nda finaller oynamak, ITF (Uluslararası Tenis Federasyonu ) gençler turnuvalarında yarı finalleri görmek… Bu başarılar, sadece madalyalar ve kupalar görmekten ibaret değil; terle, disiplinle ve inançla yazılmış bir hikâyenin satır başlarıdır.

   Bugün Yaren, Türkiye’nin en iyi 14 kadın tenisçisinden biri ve kendi yaş kategorisinde zirveye oynayan 4.isimdir. O artık Milli Takım oyuncusu. Önünde ise yeni ve zorlu bir hedef var: Uluslararası profesyonel arenada, WTA (Kadınlar Tenis Birliği ) turnuvalarında kalıcı olmak.

   Hikâyenin en kritik bölümüne geliyoruz. Yetenek, azim ve çalışma bir sporcuyu bir yere kadar getirebilir. Profesyonel sporun zirvesine tırmanmak, ne yazık ki sadece kortta kazınılan sayılarla mümkün olmuyor. Her turnuvanın bir konaklama, bir ulaşım, bir malzeme maliyeti var. Yaren’in ayda iki uluslararası turnuva oynaması, hedeflerine ulaşması için kritik bir öneme sahip. Ancak bu, ailesinin omuzlarındaki yükü her geçen gün ağırlaştıran zorlu bir finansal-ekonomik süreçtir.

  Tekirdağ’dan çıkan bu pırıl pırıl genç, bugün sadece kendi geleceği için değil, aynı zamanda kendisinden sonra gelecek nice gence esin olmak için mücadele ediyor. Onun korttaki her vuruşu, bu şehrin adını dünyaya duyurmak için atılmış bir adımdır. Yaren’in başarısı, hepimizin başarısıdır.

   Şimdi, bu şehrin dinamiklerine, iş insanlarına, spor sevdalılarına bir görev düşüyor. Yaren’in raketini daha yükseklere taşıması, o zorlu finansal virajı daha kolay alabilmesi için ona “Yalnız Değilsin” demeliyiz! Bu bir yardım çağrısından çok, bir ortaklık davetidir. Gelin, Tekirdağ’ın yetiştirdiği bu değerli sporcunun zaferine ortak olalım. Gelin, Yaren’in başarı hikâyesinin en güçlü destekçisi biz olalım.

   Çünkü biliyoruz ki; o rakete verilecek destek, yarınlarda uluslararası arenalarda gururla dalgalanacak bayrağımıza verilmiş demektir…

   Yaren’in son iki yıllık başarılarına dönüp baktığımda, tenis sporuna verdiği önemi ve aynı zamanda akıtmış olduğu terlerin mücadelesi karşısında saygı duruşuna geçtim…

2024

ISF Okullar arası Dünya Şampiyonası Dünya 3. lüğü

Türkiye Takımlar Şampiyonası

Büyükler Türkiye Şampiyonası Büyükler Tek Kadın çeyrek Finalist

Büyükler Türkiye Şampiyonası Büyükler Çift Kadın Finalist

18 Yaş Milli Takım Belirleme Turnuvası 18 Yaş Tek Kadın Cons. Finalist

 ITF J200 İstanbul Çyrek fİal

J30 Bursa Yarı Finalist

J60 Antalya Tekler yarı final – Çiftler Yarı Final

2023

Büyükler Sonbahar Kupası Türkiye Serisi Büyükler Tek Kadın Finalist

Büyükler Türkiye Şampiyonası Büyükler Tek Kadın Çeyrek Finalist

Büyükler Haftasonu Turnuvası Büyükler Tek Kadın Şampiyon

Büyükler Kış Kupası Türkiye Serisi Büyükler Tek Kadın Şampiyon

 Güven SERİN 


 

 

 

 





21 Haziran 2025 Cumartesi

SUSKUN ANITLAR

 

Kamera; Güven

Kamera; Güven

Kamera; Güven

                      SUSKUN ANITLAR: YUKARIKILIÇLI MEZARLIĞI

   Yukarıkılıçlı Köyü-Mahalle ziyaretimiz eski ve yeni mezarlığı gezdikten sonra tamamlandı. Güneş doruktaydı. Çamların ve kırların diyarı, neredeyse gözünüzle görebileceğiniz ufuk çizgilerine kadar uzanıyordu.

   Güneyde görünen Ganoslar, suskun mezar taşlarına benziyorlardı. Şairin, Yunus Emre’nin dizelerindeki gibi:

 —Yalancı dünyaya konup göçenler

—Ne söylerler ne bir haber verirler

—Üzerinde türlü otlar bitenler

—Ne söylerler ne haber verirler

   Bir yazı insanı, bir düşünür her şeyden beslenir. Kaderinden, doğadan, köyünden, kasabasından, şehrinden, meydanlardan, parklardan ama en çok; sanatın özü haline gelmiş dizelerden. Bu dizeler, tıpkı suskun anıtlar gibidir; onları biçimlendiren eller, parmaklar ve zihinler yok olmuş ama onlar varlıklarını zamana karşı direnmelerini devam ettiriyorlar. Böyledir sanatın halleri; hemşirenin elinde pansuman bezi, doktorun reçetesinde bir ilaç, yağmurları bekleyen aç bir toprağın yeşermesi; buluşmaların tesadüfü ve ilahi neşeleridir…

   Yunus Usta, zamana karşı direnen sessiz anıtların fotoğrafını çektikten sonra oradan ayrılamadığımı görünce, çektiğim fotoğraflara yansıyan manzarayı ona da gösterince, tam olarak hatırlamadığı ama biraz zorlanınca Yunus Emre’nin anıta dönüşmüş şiirinden birkaç dize söyledi:

 —Kiminin başında biter ağaçlar

—Kiminin başında sararır otlar

—Kimi masum kimi güzel yiğitler

—Ne söylerler ne haber verirler

  O an, suskun anıtların zamanın içinde dile geldiğini sandığım bir an… Kuzey yönüne doğru baktığımda mavi bir gök, Yukarıkılıçlı tarlaları, ormanlarıyla birleşmiş gibiydi. Yer ve gök aynı yerde; uçsuz maviliğin kır kokularında, zaman sayacını yok saymış, insanı arayan insana bir sofra kurmuşlardı. Kekik, buğday, yasemin, hanımeli, zeytin çiçeği, çam, toprak kokan bir sofra…

 Bir kez daha anladım ki böle hissiyatları gezen, gören ve irdeleyen her canlı; bir değil, bin kez yaşayacaktır. Evrimsel bir dönüşüm, yaşama ait bir öykünün doğum anları böyle oluyordu; koşulsuzluğun doğaçlama hallerinde, izahı zor şahitliklerde…

  Zaman birbirinden kopmuş gibiydi. Hangi zamana ait olduğunu bilmeyen bir gezginin duruşu içinde... Bir anlığına, içinde bulunduğum zamanın dışına çıktığımı biliyordum. Birçok antik dünyayı gezerken, antik yolların yürüyüşleri içinde olduğum anlarda ki gibi… Sanki çok ötelerden bu zamana bir anı, bir tanıdık yüz, ses var: Issız viran sandığın capcanlı antik diyarlarda…

    Eski mezar taşlarının üzerine yazılan bütün öyküler silinmiş. Neyi anlatıyordu silinmiş bu taşlar? Silinmiş, unutulmuş yaşamları mı? Çam ağaçlarının gölgelerinde toprağın içindeki sırlar neleri gizliyordu?

   Bir avuç fısıltı, geçmişten gelen bir esinti yalayıp gitti kırların kokularının etrafa dağılıp gitmeleri gibi…

 Susmuşlardı hep birlikte, bir tek amaçları var görünüyordu; toprağın yeryüzünü tekrar tekrar var eden parçası olmak. Dönüşümün sonsuz tekrarı içinde susarak yenilenmek, silkelenmek…

  Bu derin sessizlik, hayatın-yaşamın kırılganlığını anlatmıyor muydu? Korkunç girdaplara benzeyen insan isteklerinin ne kadar çabuk son bulduğunu da fısıldamıyor muydu?

   Büyük ibret aynasına baka baka, henüz diri olmanın diliyle konuşa konuşa tekrar Çanakçı Avşar yoluna koyulduk; geride uçsuz bucaksız öykülerin olduğu sessiz dünyaları, başka gezginlerin gözlerine ve zihinlerine bırakarak…

 Güven SERİN