ŞARKÖY UÇMAKDERE İNSANI, SEVER GÜLÜMSEMEYİ
( Güneş Yüzlü İbrahim Akyol )
Şarköy Uçmakdere bölgesinde çok sevilen, bilinen ve kendisini tanıyanlarını uzun süren hastalık döneminde korkutan İbrahim Akyol’dan, Güneş Yüzlü İbrahim’den söz etmenin zamanı çoktan gelmiştir.
Bunca iyi, güzel ve gülümseyen insan varken niçin İbrahim? Düşüncelerine yanıt vermek isterim düz yazı kültürü, enerjisi içinde anlatayım.
Bana kalırsa içinden geldiği gibi, bir yerde canlı olmanın en saf halini koruyan nadir insanların başında geliyor İbrahim Akyol. Yıllarca köy kahvesini işlettiği için Kahveci İbrahim unvanı da ona çok yakışır…
Kahvecilik mesleği, özellikle yol üstü, her gün yüzlerce farklı insanların geldiği bir yerde çok daha önemli meslek olmaktan ötedir. Bir yerde gülen, gülümseyen ve işini layıkıyla yerine getiren esnaf; köyünün, kasabasının ve şehrinin de gülümseyen yüzüdür. Bir insan sevilirse o yöre de sevilir sayılır; hatırlanır…
Gülümseme üzerine bir anısını Nesip Bey’den dinlemiştim. Oldukça dikkat çekici psikolojik etkileri olan bir anıydı. Apartmanda sürekli kendisinden kaçan, korkan komşu çocuklarının bu davranışını danışmış olduğu çocuk uzmanı, Nesip Bey’e “ Doğal almasını, gülümsemesini” söylediği günden beri artık apartman ve komşu ondan kaçmaz olmuş; yıllardan bu yana…
Kahveci İbrahim, Güneş Yüzlü İbrahim için gülümseme tam manasıyla doğalın doğalı… Nasıl ki en doğal haliyle Şarköy tepelerine, vadilerine yakışmışsa bağlar-bahçeler, zeytinlikler, kirazlar öyle…
Nasıl ki Uçmakdere, Yeniköy, Gaziköy,
Güzelköy, Tepeköy sırtlarına, tepelerine yuva niyetine yerleşmişse ıhlamur ağaçları,
adaçayları, kantaronlar, kekikler; öyle bir doğallığın dönüşümüdür İbrahim’in
yüzündeki insana ve insanlığa dönük olan gülümseme…
İbrahim Akyol’u ilk tanıdığımda, bir kış günü, gece kampının sabahı kahvesine uğradığımızda, tanışmamız Yunus Usta sayesinde oldu. Şair dizelerinde “ Nerede bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım.” Sözlerini laf olsun diye söylememiş, kendi ağıtını yakmamışsa, benim de öyle oldu. Kahveci İbrahim’i gülümsemesini gördükten sonra kendi gülümsememden, sırıtmamdan utandım…
O’na bir borcum, özrüm olduğunu biliyorum. Hastalığından bu yana neredeyse üç yıl geçti. Farklı duyumlar, kısacası kirli bilgiler yüzünden ziyaretçi kabul edilmediğine iyice inanmıştım. O bu üç yıl boyunca bizi beklerken sıklıkla eşine, çocuklarına; “ Yunus ile Güven gelirler ziyaretime” diyerek beklemiş.
Körlük, güya gün ve gecenin telaşı, nasıl da çevremize yabancı, duyarsız kalmamıza neden oluyor… Kıyamet gibi bencillik, kıyamet gibi unutmalar yaşanırken; halen utanıyor, acı çekiyor olmanın da moralini yok sayamam…
Muhtar Burhan Bey’in öncülüğünde Yunus usta ve ben İbrahim’in evine gittik. Bizim geldiğini haber verince hanımı, kapıda karşıladı o ilk zamanki saf gülüşün en samimi haliyle…
Bir neşe, bayram havası sardı iki katlı evin küçük odasını. Koah hastalığına yakalanmıştı İbrahim Akyol. Buna da şükür diyerek, henüz yaşamın yamaçlarından, Uçmakdere rüzgârlarından, zeytin çiçeği, ıhlamur kokularından uzak kalmak istemediğini büyük bir sevinç içinde karşıladık; bin makinenin yardımını alıp, buna da şükür demesini dinlerken…
Elimdeki dergide üzerinde çalıştığım bir insan-şair; Mascha Kaleko, kendi zamanından bizim zamanımıza, belki de Güneş Yüzlü İbrahim’in yaşadığı iki katlı ahşap eve kadar gelip şiirini okuyor, türküsünü söylüyor;
“ Sadece bir ada lazım insana/Yalnız, engin denizde/Sadece bir İNSAN lazım İNSANA/ Ve o,çok lazım ama.” , “ Kovala korkularını, korkunu da korkularından…”
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder