22 Aralık 2023 Cuma

HER ÖLÜM,ERKEN ÖLÜMDÜR ATİLLA ÖĞRETMEN

 

Atilla öğretmenin öğrencileri,
aradan 13 koca yıl geçti...


Göz ve gönül yaşlarını silmeye çalışmışlar
ama gizleyememişlerdi...



           HER ÖLÜM ERKEN ÖLÜMDÜR, ATİLLA ÖĞRETMEN

   Güzel ülkemin az gülen acılı ve bol baharatlı insanlarına mikrofonu uzatsam; “ölüm” üzerine bir şeyler söyleyin desem; acaba neler söylenir, hangi ağıtlar yakılır, destanlar okunurdu? Cenaze törenlerinde en çok konuşulan ve neredeyse karnıma sancılar girmesine neden olan sözlerden birisi de; “kaç yaşındaydı?” diye sorup; “ erkenmiş, zamanı gelmiş” gibi moral arayan garip sözcüklerden kaçmak isterim.

   Şairini dediği gibi ; “ Her ölüm erken ölümdür, biliyorum Tanrım.” İnsanoğlu ölümsüzlüğün sırrını bulsaydı, ölüm üzerine bu kadar kafa yormayacaktık. Ama mademki ölüm var, ayrılık var biz de insanız; duygulardan, kandan, kalpten oluşmuş bir bedenimiz; bizi ölümü de yaşamı da sorgulamaya yöneltiyor.

   Abidin Dino, ölümüne çok az kala; yaşın, yaşlılığın, hastalığının acılarını duyumsarken bile; “ ölüm mü, ne büyük buluş” diyerek ölümün korkulacak bir şey olmadığını da anlatmıştır bize. Yaşlı ve acılı bedenin, kurtuluş için bir başka çözüm yoludur belki de ölüm!

   Milyar yaşındaki gezegenimizin milyarlık insan sayısı; her gün doğum ve ölümleri görmemize, duymamıza neden oluyor. Ne ilk, ne de son olacaktır duyacaklarımız, derinlerden gelip de akıtacağımız yaşlarımız… Atilla öğretmen 45 yaşında, idealistliğin doruğunda yaşayan bir insandı. Bir insan ile sıkça konuşmadan, derin tanışmadan da sevilebileceğinin, sayılabileceğinin buluşunu yaşadım; Atilla öğretmen ile yaptığım 10 yıllık komşuluk hayatımda.

  Atilla öğretmen ile yollarımız en çok sabahları kesişiyordu. Ben yürüyüşten dönerken o okuluna, öğrencilerine gidiyordu. Daha yanına yaklaşmadan gülümseyen bir yüzle “Günaydın” diyordu. Bu günaydınlar, merhabalar oluşturdu saygıdan geçen sevmişliğimizi…

   Bir gün; o zalim gündü. Günler ne kadar birbirine benzese de biz onları, çeşitli sayılar, anılar ile ayırmayı bilmişiz. İşte o gün de Atilla öğretmenin sayılar ile belirleyip diğer günlerden ayırdığımız gündü. Aynı yaşlarda olduğumuz Atilla öğretmen, öğrencilerine Facebook’ tan “ Tatildeyim, geleceğim” dediği hastaneden seslendiği zaman; Atilla öğretmenin ilk kez sözünde durmadığı zamandı. Aslında o sözünde durmuş, kayıt zamanında yorucu bir sezon geçirip iki haftalığına tatile çıkarken seslenmişti arkadaşlarına; “ Hakkınızı Helal Edin” diye. Arkadaşı Kazım öğretmen de yadırgamış; “ Atilla Hoca, iki haftalığına gidiyorsun, ölüme mi gidiyorsun.” diye tavır almıştı nazikçe.

   Aslında Atilla öğretmen tatile çıkmıştı çıkmasına ama hastanenin yolunu tutmuştu. Ve süreç, dünya ışığı, yaşam akışı, Atilla öğretmeni seçmişti. Son ana kadar umutlarını yitirmeyen, gülümsemesini bırakmayan doğru ve inanmış bir insandı. Belki bazılarımıza göre yaşadığı çok az bir zamana dayalıydı. Belki doymak bilmeyen insan için hiçbir zaman da yeterli değildi. Ama belli ki Atilla öğretmen az denen zamana daha kırışmayan tenine çok şeyler yüklemişti. O sevginin, gülümsemenin bir başka adıydı. Bir insanla, anılar, hatıralar oluşturmadan da sevilecek ender insanlardan birisiydi…

   Cenaze merasimlerini eleştirip, olması gereken samimiyette, sadelikte olmadığı için bu kültürün yozlaştığını yazdım bu köşeden. Atilla öğretmenin naaş’ı Ortacami’ye geldiğinde bende gittim. Gördüklerim için özellikle “muhteşem” kelimesini kullanacağım. Atilla öğretmene ölüm yakışmamıştı, bu ölüm de erken ölümdü ama kırmızı bayrağa sarılı naaş’ı ve her şeyden önce; orada bulunanlar gerçekten onu sevmiş insanlardı. Caminin bahçesi, samimiyet, sevgi kokuyordu.

  Genç bir insana, daha ideallerini tamamlamamış öğretmene ölüm yakışmıyordu ama caminin havlusu, samimiyete, sevgiye yakışıyordu. Genç öğrenciler vardı yaşlı çam ağaçlarının sakin duruşları altında. Hüzün, bu genç insanlara bu kadar yakışır, bu kadar anlamlı durur mu hiç? Onlar, sadece saygının gereği için değil, sevginin gereği için hüznü yaşıyorlardı. Çoğunun gözleri nemli ve kızarmıştı. Onurlu bedenlerinde sevginin izlerini taşıyorlardı.

   Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, gençliğe seslenişi ve emaneti; Atilla öğretmenin bedeninde ortaya çıkıyor gibiydi. Cumhuriyetin genç, aydın çocukları, öğretileri sevgi ile yoğurmuşlardı. Bu manzaraydı beni Atilla öğretmenin okuluna getiren. Yeni yapılmış yepyeni okula yepyeni duygular ile gittim. Kazım öğretmen, Hakan öğretmen, yeni gelmiş Müdür, Süleyman öğretmen ile tanıştım. 24 Kasım Öğretmenler Günü ve ben bu güne, Atilla öğretmenin ölümünü değil, yaşamında bıraktığı izleri, geleceğe, ölümsüzlüğe taşıyabileceği öğretileri görmek istedim.

    18 yıllık arkadaşı Müdür Yardımcısı Hakan öğretmen ile konuştuk. Bir dostluğun nazik, sevgi ve saygı dolu olan yollarında dolaştık. Dostluğun hüznü çok tazeydi. Ve o yüzden Hakan öğretmen ile sohbeti kısa kestim. Hakan öğretmenin yanından ayrılmadan önce Atilla öğretmenin odasına gitmek istediğimi söyledim. Hakan öğretmen de hüznünü daha da artırmamak adına açmamıştı kapısını bir süreden beri. Merdivenlerden ağır ağır yukarı çıktık. Öğrenciler derste, koridorlar boş ve ıssızdı. Merdivenlerin çaprazında küçük bir odanın yanında durduk. Oda kapısının sağ tarafında Atilla öğretmenin öğrencileri tarafından oluşturulmuş sevgi eseri duruyordu. Kırmızı pano üzerine beyaz bir kalp çizmişler. Kalbin için karanfiller ile süslenmiş. Orta yerine de Atilla öğretmenin fotoğrafını koymuşlar. Gülümsüyordu Atilla öğretmen. Bakışları hüzün ve yokluk üzerine değildi…

   Hakan öğretmen ile adasına girdik. Bir süreden beri açılmayan odanın ağır havası ve sanki hapsolmuş bir ruh havalandı göğe, yere, denize; sevginin olduğu her yöne… Müdür Yardımcısı Kazım öğretmene çıktım. 24 Kasım için Atilla öğretmene hazırladığım yazıyı anlattım. Kazım öğretmen, inanılmaz içten ve hiç zaman kaybettirmeden küçük bir pusulaya bir masaj yazdı. Nöbetçi öğrenciyi çağırdı. Mesaj yerine gitmiş, birkaç dakika sonra etrafımı hüzünlü gözler ve onurlu bedenleriyle Atilla öğretmenin öğrencileri kuşattı. Kazım öğretmen boş bir sınıfta istediğimiz kadar görüşebileceğimiz söyledi. Biz de öyle yaptık. Gençler, alıcıydı, sevgi doluydu… Niyetimi öğrenince çekimserlikleri gitti. Ne soylu insanların en masum dudakları Atilla öğretmen için konuştu.

   Gördüm ki, Atilla öğretmen ölmemiş. Fiziki olarak aramızdan ayrılmış ama ölmemiş. Ve hatırladım filozofların değişini; “insan, insanın içinde ölürse, gerçek ölüm yaşanır.” Genç öğrenciler koşulsuz kalplerini açtılar bana. Bir öğretmeni değil, bir arkadaşı, bir babayı, bir dostu anlattılar…

   Sıra fotoğraf çekimine gelince buğulanmış gözlerinden utanan bir genç kız; “ne olur bu halimle çekmeyin.” dedi. Onun bu halinin en onurlu, en insanca bir hal olduğunu söyledim. Onu kutladım. Ve onun gözyaşları dışa akarken, benim gözyaşlarım tam tersine, kocaman bir mağaranın tavanından “şıp, şıp” sesler çıkararak aşağılara akıyordu…

   24 Kasım Öğretmenlerimizin gününü kutlarken, Atilla öğretmenin içimizde yaşadığının da günüdür diye düşünüyorum. Atilla öğretmen ile bir çay içimi kadar anı ve hatıramız olmamıştı ama anı ve hatıraların olmayışından da sevgi olacağının gerçek tanığı oldum.

   Yaşayan ve kalplerde yaşatılan tüm öğretmenlerimize selam ediyor, bir güne sığmayacak minnettarlığım ile önlerinde eğiliyorum… 

 Not; 2010 Kasım ayı bu dünyadan ayrılan Atilla öğretmenin öğrencileri ile kurmuş olduğu temiz- saf sevgi bağları adına onur içinde ikinciye yayınlıyoruz.

14 KASIM 2010       /    23 KASIM 2023

 Güven SERİN 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok: