BİLGE
TÜRKLER
20.Yüzyılın önemli filozof, yazar, şair ve siyasetçilerinden Nikos Kazancakis’in Zorba eserinde, sayfaların yarıya yaklaştığı yerde kitabın kahramanı Aleksi Zorba ile diğer karakter arasında bir diyalog geçer. “Patron” diye seslendiği baba tarafı Yunan, anne tarafı İngiliz iş insanıyla Girit’e gelmişlerdir. İş insanında para, Aleksi Zorba’da da yaşama sevinci, uğraşma, didinme serüven aşkı vardır.
Aleksi Zorba ile diğer karakter; patron arasında kadınlar hakkında çok önemli bir konuşma yaşanmaktadır. Zorba çıkışır ve eleştiri getirdikten sonra yaşanan büyük sessizlik sonrası konuşur:
—Biliyorum, çünkü bunu bana çok bilge bir Türk öğretti. Patron dediği iş insanı şaşkın bir halde:
—Bir Türk mü? Ve sen bir
Yunanlı ona inandın mı? Zorba duyduğu bu sözler üzerine çok kızar ve şaşırır.
Ama İngiliz iş insanı sitemlerine devam eder:
—Türklerle Yunanlıların hiç konuşmadıklarını sanırdım! Onlar sadece kavga ederler. Sakın bana hiç savaşa gitmediğini söyleme! Zorba’nın iyice canı sıkılır ve:
—Böyle aptalca konuşmaları
sevmem
—Ülken için savaşmanın nesi aptalca?
Der, patron diye seslendiği İngiliz. Zorba gayet içten:
—Kusura bakma ama patron ama
bir öğretmen gibi konuşuyorsun. Bunu nasıl anlayacaksın ki?
Anlatılan, aktarılan yarım yamalak bilgilerle her yanımızı düşmanların kapladığını öyle içselleştirdik ki, neredeyse gölgelerimizle kavga eder hale geldik. Sıkışınca da ülkeyi terk etmeyi “ Kendini kurtarmak” bilinciyle korkunç bir yanlış tercihler ile anlatmaya, kanıtlamaya çalışıp duruyoruz…
Türkleri her daim kusurlu bulmak, bazıları için fazlasıyla sevindirici, takıntılı bir durumken, bazıları da Türkleri sürekli abartarak yaşatacağını sanır… Ne büyük kayıplar, karamsarlıklar ve aldanışlar…
Dünyayı, insanlığı en iyi anlatan, gösteren, tanıtan sinema, tiyatro, edebiyat ve insanların benliklerine kazınmış tarafsız öyküler olmuştur. Nikos Kazancakis bu öykü anlatıcıların en tarafsız yazarlarından, filozoflarından birisidir. Biliyordur ki, sadece öldürme isteği; barış ve sevginin de öldürülmesidir… O yüzden, iki halkı, yüzyıllarca yaşayan iki kadim milleti, dünya durduğu sürece milyonlarca insanın okuyacağı, izleyeceği edebi sayfalar arasına koyarak;
“Bunu bana çok bilge bir Türk “öğretti diyerek muazzam bir özgür irade, felsefi, tarihsel bilinci de insanlık tarihine kazımayı başarmıştır. Bu tür çıkışları, yaratılan eserleri gün yüzüne çıkartmak kolay değildir. Nikos Kazancakis’in yaşamı da hiç kolay olmadı. Ülkemizdeki tarafsız aydınların da, aydınlık yolculuğu sürekli kesintilere uğramış, susmaları için susturulmuşlardır; vahşice…
Nikos Kazancakis’in mezarı Girit, doğduğu yerdedir. Mezar taşında da kendi istediği sözcükler yazar;
“ Hiçbir şey beklemiyorum. Hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm…” sözleri, sadece günlük ihtiyaçları, kişisel zaafları düşünen yazarların, felsefecilerin, siyasetçilerin başaracağı bir son ve ölümle başlayan yaşamın karşılığı olamaz…
Nikos Kazancakis’den yüz yıl önce ölmüş bir başka aydın; yazar, şair, siyasetçi, doğabilimci Goethe bir başka bilge Türk’ten Doğu Batı Divanı isimli eserinde söz eder. İsim de vererek Nasrettin Hoca’nın fıkralarının tamamının Alman edebiyatına kazandırılmasını ister. Hoca’dan; “ O bilge bir Türk” der, ısrarla, kıvanç duyarak…
Türkleri, Türklüğü sürekli karalamakla meşgul olanların bu tür ifadeleri, tespitleri, tarihsel kaynakları önemsemeyeceğini biliyorum. Bir başka şey daha biliyorum; yüz yıllarca, binlerce yılda oluşan kültürler; karalamalar, çamur atmalarla yok edilemez…
Aferin almak için iyi insan da olunamaz, olunmamalı da. İyi olmak, insanlığa ve kendi tarihini de iyi bakıp sevme girişiminde bulunmak, oldukça ucuz ve değerli bir erdemdir, neşe ve evrensel aşktır…
Adına uygar dünya ismini verdiğimiz çok büyük gelişmelerin yüz yıllık geçmişi bile binlerce yıllık kültürleri nasıl yerle bir ettiğini görüyor, şahitlik ediyoruz. Tam da sırası değil mi; edebiyata, sanat dallarına, insanlığa bırakılan insanlık miraslarına dört değil dört bin elle sarılmak gerekmez mi?
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder