BİZİM
KADINLARIMIZ
Gün güneşli; laf aramızda ruhsal dinginliği, maddi dengesi, huzur arayanlar için çok güzel bir hava var Tekirdağ sahilinde. Bir de edebi yatkınlığınız, coğrafya bilginiz varsa değmen benim gamlı…
Yalı bölgesi dediğim yerdeyim. Nasip Bey’in getirdiği taptaze çayı içiyorum. Birkaç bank ötede dört kadın oturmuş, günle birlikte doğanın en tabi renkleri, sesleri gibi bütün yıkımlardan uzak, birbirlerine sokulmuş olmanın sükûneti içinde usul usul konuşuyor, güneşleniyorlardı.
Kendi sandalyelerini getirmişlerdi. Önlerine açtıkları küçük plastik masanın üzerindeyse ürettikleri organik ürünler duruyordu. Tıpkı sohbetlerinde, duruşlarında olan doğallık gibi, toprağa, kırlara yakın, şehir ile tabiat arasında köprü kurmuş mimarlar gibi huzur içindeydiler…
Onları tanıyan beşinci kadın, yaptığı yürüyüş esnasında tam da dört kadının olduğu yerde durup kendi derdini paylaşmaya başladı. Belli ki tamirat işiyle uğraşıyorlarmış. Ustanın gecikmiş olması, işin epey uzamış olmasını, arınmış akıl ve deneyim dolu bir dille anlatıyordu.
Boyu postu oldukça yerindeydi. İlk bakışta üzerine yakışan yüksek topuklu siyah ayakkabıları, giysileri, başına taktığı ince eşarbıyla çok zarif durduğunu söylemek isterim.
Daha dikkatle baktığımda, oldukça zayıf, uzun boylu ve zayıflığını saklamak yerine orada oturan arkadaşları gibi yaşama inanmış, güvenmiş bir teslimiyet içinde, sesinden yayılan sözcükler ormanda yaşayan kuşlar gibi yalı bölgesine dağılıyordu.
Üreten, öğretilerle beslenen insanlarımızın fiziksel hallerinden şikâyet etmek şöyle dursun, bunu tüm dünya, evrenle paylaşmak için can atıyormuş gibi görünüyorlar.
Zaman nehri milyarlarca yıldır akıp duruyor. Kimsenin durduramadığı muazzam bir şey! Kıyıcığında yüzmek, çay demler gibi sohbet demlemek varken; yıkmak, yok etmek girdabına cesaretine kapılmak, büyülü gerçeği, yaşamı anlamak şöyle dursun, yaşarken ölmek değil midir?
Çınar ağacı tutkunu, insana ve vatanına tutkun şair, İbrahim Balaban’ın seslenişindeki gibi; “ Nazım Baba” seslenir kadınlarımıza; “ Bizim kadınlarımız/Şimdi ayın altında/Kağnıların ve hartuçların peşinde/Harman yerine kehribar başlı sap çeker gibi/Aynı yürek ferahlığı/Aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.”
Nazım’ın ülkesi o zamanlar savaş içindeydi. Kadınlarımız okuryazar olmaktan öte, Anadolu ana tanrıçaları gibi, bin bir acı, özlem, haykırış ve destan yakma peşindeydiler…
Yaşamın mucizesi olan analar-kadınlar tam manasıyla bütünün en değerli parçasıdır. Bu yüzden, usta şairler (Özdemir İnce ) bir başka sarılırlar, kadınların marifetli duruşlarına;
“Birden anımsadın bunca
yıldan sonra
O gördüğün badem gözlü
Çingene kadını
Tam yirmi beş yıl önce
Sandıklı pazarında.
Şimdiye kadar hiçbir kadın
Öyle bakmadı
Meydan okumadı sana;
Gözlerini gördün
Bir anda sevişip ayrıldınız.”
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder