27 Şubat 2023 Pazartesi

ÇAKAL ULUMALARI GANOSLARA GERİ DÖNDÜ

 

Kamera; Güven-Ganoslar Diyarı


Ganoslar Diyarı


Kamera; Güven Yunus Usta

             ÇAKAL ULUMALARI, GANOSLARA GERİ DÖNDÜ

     2005 yılında Ganoslar diyarına ilk adımımızı attığımızda ne bir çadır, ne bir uyku tulumu vardı. Samanyolu’muzun milyarlarca yıldızları, galaksileri altında toplanan kuru odunları kamp ateşine taşıyıp gecenin seslerine karışan seslerimizle, özgün sohbetlere, samimiyetlere aç-hasret insanlığın doyma hali gibi sohbete sohbetler ekleyerek Yeniköy ile Uçmakdare arasında Postacılar Mevki denen yerde; fiilen yürüyüş grubumuzu kurduk.

  O gün bugün Yunus Çakır-Yunus Usta ile onlarca gece kampı, şafak yürüyüşleri, gündüz kapları yaptık. Kimi kırk kişi, kimi zaman 8–10 kişilik gruplara ev sahipliği yaptık…

  25 Şubat Cumartesi günü, günler öncesinden karar alıp uygulamaya konulan yolun yolcusu olduk.24 saatlik bir kamp için gerekli yiyecek içecekler alındıktan sonra Yeniköy’ün güneydoğusu yönünde çok verimli(Manzara, kuru odun) bir yere geldik. Önceliğimiz, çadırların kurulması ve kamp ateşinin ormandan uzak, çevreye hiçbir şekilde zarar vermeyecek, kuru odunların yakın olduğu bir yer.

  Deniz, Ganoslardan başlayarak karşı adalara, kıyıya ışığın yüce emriyle uzanıyor. İçinde, kıyılarında bin bir türlü öyküler, türküler, gizemler olan deniz ve dağlar; güneşin içindeki enerji santrali gibi insanın özüne el verip güç, enerji aşılıyor.

  Ganoslar Diyarı, buruk öykülerle dolu. Hatta dopdolu… Bazen düşünmüyor değilim, buralara sımsıkı sarılmış eski milletlerin gözü yaşlı göçleri, geride lanetli bir tılsım mı bıraktı? Onların yaşlı ağaçları, ahşap ve taş binaları bir bir döküldü. Kıymet bilmemek, nasıl bir şey derseniz? Ganoslardaki eski Rum köylerinin bomboş, viran hali, halleri derim…

  Acının da rengi ve şiddeti olur mu derseniz? Olur derim… Ganoslar bölgesine gelip, Yeniköy’ü, Uçmakdere’yi, Gaziköy’ü, Güzelköy’ü, Tepeköy’ü, Işıklar’ı görmenizi isterim...

  Yunus Usta da Yeniköy’ün ÖZ evladıdır. Tıpkı bu diyarların ÖZ evladı olan Meşe, Ardıç, Katırtırnağı, Ihlamur ve Adaçayları gibi…

   Gecenin kamp ateşi, çürümüş bağ, kiraz ve badem ağaçları kütükleriyle birlikte; tütüyor dumanları, yayılıyorken, aynı zamanda tepelerden bakarken Yeniköy’ün gecenin içine düşen yalnız haline; “Bir ah çekesi” kâinata değil de insanın insanlık yolculuğu içindeki özgün haline seslenişi, bağırası, uluması geliyor insanın…

 

  Her şeyi; bütün bu viran ve terk edilmiş halleri: Şehirlere çok hızlı yapılan göçlere bağlamak mümkün mü? Siyasetçilerin zavallı, buruk, eksik, önünü ve uzağı görmeyen kararları ne çabuk da, köylülükten kurtulup şehirli yığınlarının daha iyi olacağına inandılar?

  Kamp alanının batı yönüne yaptığımız yürüyüş, insansız Yeniköy’ün pırıltı saçan elektrik direklerini izlerken, sanki onlarca hane yaşıyormuş gibi geceyi kandıran haline baktık durduk... Hayvanın inine sığınıp acılar içinde inlemesi, soluması gibi bir soluk, bir acı içinde batı yönünden kuzeye ve daha sonra kamp alanı olan güney yönüne ulaştık.

  Bıraktığımız çürük badem ağacı kütüğü çoktan yanmış, kızıl korları sönmeye başlamıştı. Yine besledik ateşi civarda bol bulunan terk edilmiş bağların çoktan ölmüş kütükleriyle…

  Yunus Usta’ya en çok zor gelen şey gece ile yüzleşmek değil! Buradaki anılarla da yüzleşmekti… Şu bağ, filanca teyzelerin, ilerideki Ahmet amcaların, diğeri bilmem ne ninenin, derken bağların kimlere ait olduğunu, hanelerdeki insanların isimlerini saydı…

  Geçmişi öldüren toplumların iki yarası hiçbir zaman kapanmayacaktır dersem inanır mısınız? Tüm zamanlara dokunmak, ancak bilime, Cumhuriyet’in Köy Enstitü felsefesine inanmakla olacağını söylersem; inanır mısınız?

  Bağlar çoktan ölmüş… İpek böcekçiliği de öyle… Ya tütüncülük? Buralardaki hanelerle birlikte ilkokullar, sağlık ocakları da kapanmış. Hepsi, bağ kütükleri gibi terk edildikten sonra çürüyüp yok olmuşlar…

   Gecenin ilerleyen saatlerinde derin vadinin yukarı sırtlarında bir çakal uludu. Sonra vadinin aşağılarında bir başka çakal derken diğerleri da katıldılar; kâinatın seslerine… Yunus Usta; “ Bunlar, nesli tükenmiş çakallardan sonra buraya getirilen çakallar” dedi. “ Buralar uyum sağladılar mı?” dediğimde:

—Buranın tütün tarlaları, bağ bahçeleri ve insanları yok oldu. Acaba, çakalları geri getirdikleri gibi kaybolan kültürleri, insanları, insanlığı tekrar geri getirebilecek irade, güç-kuvvet var mı? Deyince, soluksuz kalmanın keskin yutkunması çok ağır geldi…

Güven SERİN 







Hiç yorum yok: