YILMAZ
BÜYÜKERŞEN’İN ŞEHRİNDE OLMAK!
Eskişehir, hemen hemen herkesin dilinden düşürmediği İç Anadolu rüyası… Bazı isimler şehirleri, ülkeleri, bazıları da dünya ile anılır. İsmin dilden dile dolaşması neyi anlatır? Tam olarak ifade etmek gerekirse; başarıyı, samimiyeti, sevgiyi anlatır, diye düşünüyorum.
Kayseri deyince akla Osman Kavuncu geliyorsa, Eskişehir denince… Çok önemli markaları olan şehirler, o markalardan önce insanı, yöneticisi, sanatçısı, mimarı, mühendisi, şairi, felsefecisi ile anılıyor olabilir. Nasıl ki Mevlana dersek, Konya başköşeye oturursa, Akşehir deyince Hoca Nasreddin gülümserse bize; Eskişehir denince bildik cevap; Yunus Emre,Kral Midas ve Yılmaz Büyükerşen geliyor akla…
Yılmaz Büyükerşen’in Balmumu Müzesi ve ünü müzesinin bulunduğu şehrin çok ötesine aşalı çok oldu. Her ünlenen mekânlar, eserler gibi Frigya gezisi sırasında Balmumu Müzesi beni de kendisine çekti.
Şaşırdığımı söylemeliyim. Müzenin giriş kapısında sıra bekleyen bir sürü insan vardı. Oysa koskoca arkeoloji müzesinde sıra filan yoktu. Genci, yaşlısı, yerli veya yabancı turisti, her yaştan ve farklı şehir, ülkelerden bir sürü insan, merak, neşe içerisinde sıranın kendisine gelmesini bekliyordu.
Müzeler, kütüphaneler pek kuyruk oluşturmazlar. Neredeyse, toplu öğrenci ziyaretleri ve bildik o büyük eserler harici büyük çoğunluğunda aynı anda birkaç kişi zor görürsünüz. Aynı yoğunluğu, farklı neşeyi Sabancı Müzesi’nde Picasso ve Rodin sergilerinde gördüğümü de burada not düşmeliyim.
Şehirlerin turizm hareketleri birçok zenginliğin bir araya gelmesiyle derinlik kazanır. Müzeler de böyle zengin derinliklerin en başında geliyor. Odun Pazarı Evleri, kendi sunumunu, insanlara mimarlığın, dinlenme, eğlenme ve tat alma seçeneklerinin farkını sunarken, Balmumu Müzesi de bu ayrıcalıklı yerde önemli pay, başarı ortaklığına imza atmış görünüyor.
Müzenin giriş ücreti 25 TL. Ücretsiz olduğu halde birçok müzenin çok az gezildiğini biliyor, duyuyor ve tanıklık ediyoruz. Müze duyarlılığının eksikliği iyi araştırmalarla ortaya konula bilinir. Müzelerin sunumlarının her yaşa hitap etmemesi, sönük, heyecan içermeyen eser veya objelerle doluluğu da sebepleri arasında sayıla bilinir.
Eskişehir Balmumu Müzesi ise bir başka tezatlığı, canlılığı, insanların kutsal alanları gezerken duyduğu o hazzı yaratmış gibi geliyor. Neden derseniz, gördüğümü amatör bir dille anlatmak isterim.
Yılmaz Büyükerşen isminin efsane oluşu, on veya yirmi yıl önce başlayan bir çalışmadan kaynaklanmıyor. Çok ötelere, yaşadığı şehri daha ilk gençlik yıllarından beri benimseyip, daha ileriye çıkartmak için çalışmaların karşılığı, aslında onun kurmuş olduğu, bir şehrin şimdiki zamanı ile geleceğine bırakacağı felsefeyi de aktarıyor…
Mesela, müzede yaklaşık 170 eser olduğunu düşünürsek, bu eserlerin bildik ünlü insanları temsil ettiklerini de söyledikten sonra o insanlara ne kadar benzeyip benzemediklerini anlamak istiyorsunuz!
İşin garipliği de burada başlıyor. Başkanın-sanatçının eserlere olan emeği, müze düşüncesi tartışmasız bir şekilde büyük alkışı, kıymet bilmeyi hak ediyor. Görüp de kendi kendime fısıldadığım şey, belki de müzeyi gezip gören her insanın da fısıltı halinde söyledikleri olabilir.
Bazı heykeller sahiplerine, temsil ettikleri kişiliklere muhteşem derece benziyorken, bazıları ise neredeyse o kişileri komik, hatta trajikomik derece temsil ettiğini düşündüm. Acaba; sanatçının, siyasetçi rolü, üstlendiği sorumluluklar, belli zamanlarda sanatına yoğunlaşmasını mı engelliyor?
Nasıl derler, on parmakta on marifet tamam da, yorgunluklar sanatın özüne haykırı bir dalga da getirmişe benziyor. Moğolların efsane sanatçısı Cahit Berkay’ın katıldığı bir söyleyişi de yeniden aşk şarkısı yazıp yazamayacağı sorulduğunda;
—Bu yaşta âşık olursam tabi ki yazabilirim. Hissetmem lazım aşk şarkısını yazabilmek için. Ama ticari olarak elbet her zaman yazabilir, yapabilirim…
Öyle sanıyorum ki, Yılmaz Büyükerşen bazı balmumu heykellerini yayarken çok ama çok iyi hissetmiş. Bazıları ise “ yapmak” için yapmış…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder