18 Nisan 2022 Pazartesi

SAVAŞ ONU YAŞAMAYANLARA TATLI GELİR

 

İNTERNET

                                          GLYKYS APERİO POLEMOS!

                          ( SAVAŞ ONU YAŞAMAYANLARA TATLI GELİR !)

  

   Romalı antik yazar Publius Flavius Vegetius’un yüzyıllar önce “Savaş Sanatı” eserinde ifade ettiği gibi bir şeydir savaş; düşmeyen ateşin o yeri yakmadığı, düştüğü yeri kül ettiği gibi, yaşamayana farklı, yazarın da ifadesindeki gibi biraz da tatlı geliyor…

   Bir yandan uzay yolculukları ve büyük Mars hayaline çok az bir süre kalmış, uzayın derinlerinde kaybolma heyecanı sarmışken insanlığı, hücre yenilenmesi, farklı tıbbı desteklerle 100–150 yıl yaşama hakkını cebe koymaya çalışırken dahi savaşların çekiciliği, garip ve korkunç vahşi heyecanı da son bulmuyor…

   Göçüyor insanlar durmadan. Kimisi Akdeniz’de, kimisi Ege’de, kimisi Meriç Nehrinde kavuşamadığı düşlerinin sonunu yaşıyor; boğularak, donarak, vurularak…

   Ukrayna Savaşı başlayalı kaç gün oldu? Artık kimin umurunda? Irak Savaşı da, Libya da, Suriye, Afganistan Savaşı da öyle… Geride bir sürü ölüm, sürgün, korku, acı, yaralı insanın dönüşmeye hazır, akıldan çok duyguların, refleks ve içgüdülerin peşinde antik zamanlardan güne yansıyan bir ışık, bir ibret, bir sefalet gibi…

   Henüz, İkinci Dünya Savaşının gözyaşları bile kurumadan, ruhların kanları durulmadan, vahşetin insan eti kokan gaz odaları ve ateş fırınları, insanlığa pek bir şey katmamışa benziyor…

   Ukrayna’dan göç eden insanların sayısı Suriyeli insanların sayısıyla yarışıyor. Savaş zamanına kadar hepsinin zamanı, mekânı, eşyaları, düşleri önemli ve değerliydi. Savaş başladığında, yıkılırken yurtları-vatanları, başlarına çökerken evleri; şaşırdılar…

    Oradan oraya ruhların kaçışması gibi kaçtılar ve bu bir kâbus olmalı, yarını uyanınca her şey sona erer diye düşündüler…

   Belli olan bir şey var ki, bu savaştan, hatta savaşlardan kar edenler var. Tıpkı insanlığın bir türlü kurtulamadığı hastalıklar gibi; beslenen ilaç sanayileri nasıl hep açsa, savaş sanayide hep aç kalacak; insanlık insanı tükettiği zamana kadar…

   İnsanlığın başarıları, ulaştıkları medeniyetlerin zenginliği savaşlarla yerle bir edildi. Bir söze göre Büyük İskender Perslerin başkenti Persepolis’e saldırdığında, yakıp yıktığında acı içindedir. Barbarlar diye bildiği Perslerin kurduğu medeniyetin kendi orduları tarafından yakıp yıkılması karşısında şu sözleri fısıldar;

   “ Asıl barbarlar bizlermişiz…”

   Babil nasıl yok edildi? 3000 yıllık Mısır Uygarlığı, çöllerin altına; yeraltı ırmaklarıyla birlikte mi çekilip gitti? Ya İnkalar, Mayalar, Aztekler?

   Babil Kütüphanesi, İskenderye, Bergama, Efes ve daha nicelerine neler oldu? İnsanlığın bencililiğinden, öfkesinden kurtulamayıp ateşe mi, küllere mi teslim oldular?

   Her antik şehri gezdiğimde, antik Likya Yolu patikalarında yürüdüğümde hissederim, savaştan çok barışın, ticaretin, sporun, felsefenin, sanatın, edebiyatın bu medeniyetlere savaştan çok daha fazla şeyler kattığını…

   Tertemizdir antik şehirlerin meydanları ve yolları. Oysa kim bilir ne çok kanlar akmış, ne büyük korkular, acılar da yaşanmıştır, sevinçlerin, rekabetlerin, barışın yaşandığı o sıra dışı medeniyetlerin kurdukları yurtlarda…

   O yüzden seslenmedi mi insanlığa Atamız; “ Lakin Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir.”

   Acaba, Ukrayna ve diğer savaşların hayati tehlikeleri nerede başlıyor ve nerede bitiyor? Her yarım yüzyılda bir öldüre öldüre mi yürüyecek insan, insanlığın yolunda…

 Güven SERİN 

 


2 yorum:

Hamiyet Akan dedi ki...

Acı çektirmeyi, kan dökmeyi büyüklük sanıyorlar oysa insan bir zerreden ibaret başı sonu toprak olan..

Selam ola Güven

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ne güzel açıklamışsın-anlatmışsın; eninde sonunda,bütün uzatmalar dahi yaşansa sonun topraksa niçin bunca rezillik,kıyamet,barbarlık...Teşekkürler..