6 Nisan 2022 Çarşamba

PAŞAKÖY'ÜN GECE DEVRİYELERİ

 


İnternet


                                       PAŞAKÖY’ÜN GECE DEVRİYESİ

                                                   ( Ramazan Geceleri )

  

   Tekirdağ’da yaşamaya başladığım ilk yıllarda gece bekçilerinin çaldığı düdüklerin verdiği huzur ve güveni hissetim. Bilirsiniz ki çalan düdük, bir sorun yaşarsanız ona doğru koşacağınız kurtarıcı devriyesine çıkmış samimi bir gece bekçisi-arkadaş; kanununun kendisidir…

 

  Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ilk kez yurtdışı gezisine çıktığı zamanlar, bir entelektüelin açlığı içerisinde gezdiği Fransa caddeleri, çayhaneleri, incelediği üniversiteleri, Hollanda’nın müzeleri fazlasıyla ilgisini çeker.

   Hollanda’da girmiş olduğu müzelerden birinde Rembrandt’ın “Gece Devriyeleri” eseriyle karşılaşınca önce şaşırır ve sonra bu eserde kendi geçmişini bulur adeta. Belki de aklına babası Hüseyin Fikri Efendi’nin yoğun işlerinden dolayı bazı geceler eve geç gelirken, önünde büyükçe bir fener taşıyan birisi ve ardından gelen iki zaptiye eri, manzarası küçük yaştaki bir çocuk: Ahmet Hamdi için, gecenin içinden çıkan masal gibi etkiliyordu küçücük dünyasını…

   İşin garibi de KÜLTÜR denen şey de böyle bir şey, kendini yenileyerek, çağlar boyu, geçmişten aldığı; anıları, deneyimleri, masalları, destanları, sezgileri de önüne katarak ilerler…

  Tekirdağ’a geldiğim ilk yıllarda, devriye gezen Gece Bekçileri düdükleriyle kendi gençlik bağlarımı kurduktan sonra başka yöne, Paşaköy sınırlarına, Balkanlar’ın kıyıcığında bir çocuk için büyülü bir nehir olan Meriç ile destanların denizi olan Ege’nin buluştuğu yerlere uzandım…

   Sanırım, dört, beş yaşlarından başlayarak on yaşlarına kadar tanıklık ettiğim bir başka Paşaköy Gece Devriyesi zihnimden hiçbir zaman kazınmayacak halde kalbime demir atmış bir halde bekliyor. Hasan dedemin yaşadığı zamanlardı. Dört ayrı odası olan kerpiç evimizin olduğu, Duduş ninemizin ekmiş olduğu dut ve ahlât ağaçlarının tanıklığında yaşadım Gece Devriyesine benzettiğim anılarımı…

   Her Ramazan Paşaköy’ün toprak yollarında gecenin en derin vaktinde davul çalınırdı. Davulcunun birkaç görevi vardı. Sahur vaktini duyurmanın yanında, geleneksel bir eğlence, şenlik haline gelmiş olan Ramazan manilerini söyleme, üstün becerilerini gösterme zamanıydı onun için.

   Bir Gece Bekçisi gibi gecenin içinden, Ahmet Hamdi’nin babası Hüseyin Fikri Efendinin eve geç geldiği zamanlardaki gibi ona eşlik eden elinde bir büyük fener taşıyan kişi ve arkasında iki zaptiye eri benzeri bir hal içinde dolaşırdı Paşaköy’ün gecesinin içinde davulcu ve onun yanında fener taşıyan yardımcısı.

   Hasan dedemin Ramazan ayına bakışı, suskun, saygılı bir Rumeli insanı ciddiyeti içinde olsa bile, Ramazan manilerine, davulcusuna olan toleransı ise daha öteye uzandığını şimdi daha iyi anlıyorum. Neredeyse üç dört akşamda bir gecenin bir vakti kapımıza kadar gelen davulcu ve onun yanında fener taşıyan yardımcısı eşliğinde maniler söylenirdi. Dedemin verdiği Ramazan bahşişi alındıktan sonra arka yoldan koca yol veya diğer dar yollara doğru, gecenin içinden çıkıp geldiği gibi, yine gecenin içinde kaybolurdu davulcu ve elinde feneri olan yardımcısı…

  Çocukluk anıları denen şeyler, zihnimizin en esaslı-ana konukları, hatta ruhumuzun öz çocuklarıdır. En ufak esintiden, çağrıdan etkilenir ve şafaktan sonra doğan kış güneşi gibi buz gibi havayı ısıtır, bahar sevinci, heyecanı ve umudunu canlı tutar…

   Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Hollanda müzesinde görmüş olduğu Rembrandt’ın Gece Devriyeleri isimli çalışmadan etkilenip, Paşaköy Ramazan Davulcusuna kadar uzanacağım bu ana kadar hesapta yoktu. Bir anda, tıpkı, kerpiç evimizin sundurmasına kadar çıkıp gelen Ramazan davulcusu ve elinde feneri yardımcısı gibi; bazen davul, bazen düdük çalarak çıkıp geldi gecenin içinden…

   Davulcuya bahşiş verdikten sonra dedem sessizce içeriye girer, sevinip sevinmediğini hiçbir zaman belli etmeden, Ramazan ritüeline, geleneğine yardım etmenin yanında davulcunun gönlünü hoş etmenin ruhani mutluluğunu yaşardı.

   Bense, geceyi yaran davul seslerini, davulcunun biraz önünde feneriyle ilerleyen yardımcısının ışığını kaybolana kadar, kerpiç evin yan tarafından izlerdim. Seslere karşı duran mahalle köpeklerinin bekçilik kabiliyetlerine ve gecenin içine süzülen devriyelere; davulcu ve elinde feneri olan yardımcısına mitolojik karakterler olarak bakardım.

   Gecenin ufuk çizgisi olmasa da, varmış gibi; uzanır o sonsuz gece düşlerinin içine; tanımlayamadığım, henüz keşfetmediğim kavramların öykülerine…

 Güven SERİN                                                                   

 

 


2 yorum:

Handan dedi ki...

Eski sitemizde sitenin güvwnlik görevlilerinin gece düdük öttürdüklerini ilk duyduğumda ben de çocukluğuma gitmiştim. Ne güzel bir duygudur o.

Burada kapıya ramazan davulcusu üçüncü gün geldi ama kendisini geceleri duynak henüz nasip olmadı, bi tek para toplamaya geliyor sanırsam.

GÜVEN SERİN dedi ki...



Sanırım "taş yerinde ağırıdır" sözünü ifade edeceğim; her şey,yaşandığı zaman anlamlı; bahçeli evlerin,kerpiç evlerinin serin sundurmaları ve gecenin açık hava tiyatrosu,yıldızlardan oluşmuş seyircilerin eşliğinde:)) Selamlarımla,teşekkürler...