24 Şubat 2022 Perşembe

NE İÇİNDEYİM ZAMANIN,NE DE BÜSBÜTÜN DIŞINDA

 

Kamera; Güven Tekirdağ


Kamera; Güven  Tekirdağ


Kamera; Güven   Tekirdağ 


Kamera, Güven 
Ayakkabı Ustası Osman amca

                     NE İÇİNDEYİM ZAMANIN, NE DE BÜSBÜTÜN DIŞINDA…

 

         ( Mehmet Öğretmen’in Misafirleri )

 

  Zamanın akışını, bu akış içerisindeki yerimizi kim çözdü bilemem… Bir şeyi biliyorum ki, edebi ve sosyal dünyaya uzanıp merak ettikçe, ne Şekspir’in oyunları, ne Montaigne’nin düşünceleri, ne de Sokrates’in derin sohbetleri kurtarır insanı…

  Tekirdağ Namık Kemal Halk Kütüphanesinin yenilikçi müdürü Hamide Çakır’ın yönettiği kütüphanenin yenilenen kitapları sayesinde zamanın daha da hızlandığını zannediyorum. Son aldığım kitaplar, kütüphane arşivine yeni kazandırılan, okuyucu ile buluşan kitaplar…

  Sefa Kaplan’ın kaleme aldığı Geç Kalan Adam – Ahmet Hamdi Tanpınar, edebi dille, sanatsal tınılar içerisinde okuyunca; “ Yetmez bir ömür, yetemez aç olan insana, sadece Türk edebiyatının birkaç yazarının görmediğim, anlamadığım eserleri ile karşılaşınca, belki de binince kez cehaletimle, zamanın yetmezliğiyle yüzleşiyorum…

  Sanatçının “ Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında” dizelerinden esinlenerek Mehmet Çevik öğretmenimizin daveti üzerine, onun bin bir emekle inşa ettiği kır evlerine gittik.  

   Eski İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Altaş, Tekirdağ’ın ayakkabı ustası Osman amca, aramıza sonradan katılan Diş doktoru Birol Karaibiş, masanın etrafında, kır esintileri ve kokuları eşliğinde sanatçının zaman kavramına tutunup da seslenişi gibi hem zamanın içerisinde hem de dışında olmanın, kültüre, sosyalliğe dönüşen en ufak kırıntıların peşinde dinledik. Kır kokuları gibi ötelerden gelen anıların tatlı sohbetlerini…

  Mehmet Öğretmen, her zamanki hünerli hali içerisinde kadim zamanların insanları gibi hiçbir şeyi ziyan etmeme gayretiyle birlikte boşa akacak en küçük ânı bile değerlendirme telaşı içindeydi. Sohbet eşliğinde bezelye ekimi yapıldı. Özenle oluşturduğu bahçesi, bahçenin hem içinde hem dışında olmanın kolaylığı içerisinde defalarca gezildi.

  Kır evlerinin en güzel tarafı da, ruhu demlerken, midenin de değerli olduğunu hatırlamak. Mehmet Öğretmenin ocak başı ateşi, Mehmet Altaş’ın da gayretiyle yarım saat içerisinde bizi doyuracak besinleri pişirmeye hazır haldeydi.

  Ustaların, zanaatkâr ve sanatkârların deneyimi, görgüsü Osman amcanın ruhunda bir araya gelmişti. Boş elle misafirliğe gidilmez, düşüncesiyle eli dolu gelmişti. Midemiz doyarken, ruhumuz da besleniyordu. Eski anılara girince insan, Osman amcanın fotoğraflarını çeken, ulusal ve uluslar arası sahnede ödül alan Canan hanımı da anmamak olmaz.

  Osman amca sıklıkla tekrarlıyor; “ Canan hanımı kızım gibi sevdim. Onu yıllardır görmüyorum. Çok özledim.” Sözleri bir başka bilinmeze dönüştü. Herkes bir şeyle uğraşır, ateşin közünde pişen besinlerin kokusu etrafa yayılmışken, Osman amca usulca seslendi;

  “ Canan hanımın sesini duydum!” , “Ne dedi Osman amca?”, “ Osman amca, Osman amca diye iki kez seslendi. Halen kulağımda duyuluyor seslenişi.”

   Bir zamanlar okuduğum kitapta Avustralya’nın yerlileri olan Aborjinlerin birbiriyle çok uzaklardan haberleşmeleri geldi aklıma. Birbirine inanmış, saf sevgiyle tutunmuş insanların beyinlerinin çok ötelere mesaj yollamasını garipsemedim…

   Yaşadığımız bu olayın daha canlı, hiçbir başka düşünceye emanet etmeden, Mehmet Öğretmene aktardım. Osman amcanın özlemini,84 yaşına gelmiş sanatkarın saf sevgisini boşa çıkarmamak adına Mehmet Öğretmen Canan hanımın telefonunu çevirdi.1088 km uzaklıkta bulunan Canan Hanım telefonun diğer ucunda. Osman amca ile hasret giderdiler. Ve şu soruyu sorduk; “ Kulaklarınız çınladı mı? Sizi andık birkaç saat önce.” Aldığımız cevap aynen; “ İki gündür Osman amcayı rüyalarımda görüyordum. Çok özlediydim.”

 Zaman akarken, zamanın içinde veya dışında kalmış olmanın en güzel, en zengin tarafı; hatırlanmak, anılmak ve aranmaktan geçtiği bellidir. Kazandığımız zenginlikler, akan zaman karşısında almış olduğumuz yaş, ruhsal açıdan huzuru yakalanmadıysa, halen yapay mutluluklarla oyalanıyorsak vay halimize?

  Kim bilir kaç uygarlık böyle arayışların kurbanı oldu; çıkamadılar özgün kültürlerine sahip! Diyemediler, toplumlar, geçmişleriyle, folklorik değerleri, sanatçıları, öğretmenleri, doktorları, mimarları, çiftçileri, işçileri; velhasıl o toplumu MİLLET yapan bütün değerleriyle önemsenirse değerlidir, kalıcıdır, mutluluk ve huzur vericidir…

Güven SERİN 

 

 

 

  








2 yorum:

Klio'nun Şarkısı dedi ki...

Eskiden böylesi telepatik durumlara hiç inanmazdım. Ancak artık biliyorum ki insanlar arasında bir bağ var.
Yaş aldıkça ruhsal huzura erişebilmiş olmak konusundaki fikirlerinize de katılıyorum. Yapay mutluluklarla oyalanmak bir derece, huzuru bulamayanlar arasında onu bile yapamayıp zor durumda olanlar, hayatı hem kendine hem başkalarına zehir edenler var. Güzel yaş almak önemli Herkes için dilerim doğrusu.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Katkılarınız,duyarlılığınız için teşekkürler.Hayatın her aşaması deney sahası-laboratuvar gibi,gözlerimle,zihnim ile tanık olduğum önemli bir an,sosyolojik açıdan,telepati denen gücün masum şölenini izledim..