O HALDE,
YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!
( Dünya Deliliğin Pençesine Düşmüştür! )
Bir milletin kaderini belirleyen bir söz olmaktan ötedir Mustafa Kemal Atatürk’ün 1919 yılında Sivas Kongresinde söylediği tarihi sözü, sözleri…
Bin yıllık destanların, türkülerin yakıldığı elde kalan son vatan parçası için tek inancı budur; esir olmaktansa ölmek, hür yaşamak içinde kurtuluşa giden yolun savaşmak olduğunu biliyordu…
Çocukluğundan beri askerlik sanatının ve savaşların içinde olgunlaşan bir insanın dünya görüşü ise şuuru yerinde olan herkesi duygulandıracak kadar insani, evrenseldir;
“ Bu kararın dayanağı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu: Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilinir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklalden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilmez. Hâlbuki Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa, ölsün daha iyi…”
Bu düşüncelerini henüz Kurtuluş Savaşı yapılmamışken söyleyen Mustafa Kemal, yaklaşık dört yıl sonra,1924 yılında “ Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir.” Diyecektir.
Her alanda kendini yetiştirmek, savaş alanlarında dahi vicdani değerleri; akıl, bilim, felsefe ve edebiyatla yoğuran bir insana dense dense; dahi denir…
Hazır konu sanattan açılmışken, Kevın Costner ise kendi sanatı; sinema ile savaşın, öldürmenin ezici, yok edici rezilliğini gösterecektir. Haberci-Postacı filmi başlar başlamaz şu sözleri duyacaksınız;
“ Dünya deliliğin pençesine düşmüştür.” Niçin mi, savaşarak birbirini yok etme an meselesidir de ondan. Ve hayatta kalmak adına Bill ismindeki beygiriyle şöyle bir diyalog içerisine girecektir;
“ Bill, kural ezberimde! Uygarlıktan uzak dur! Benim kuralım! Fakat açız…” Bütün mesele budur işte; açlık… Sanılmasın ki bu açlık sadece mide denen şeyi anlatır. İnsanın insana, insanın sanata, bilime, sosyalliğe, kültürel dönüşümlere olan açlığının da sözsüzüdür…
Bir başka dahi, sanatçı Mustafa Kemal Atatürk’ten üç yüz yıl önce şiirsel bir dille anlatır istiklalin anlamını;
“ Essin yeller!
Aksın seller”
Ölümse ölüm!
Zincirsizsem kabulüm.”
Ne demek ister bu dizelerin yazarı olan Şekspir? Zincirlere vurulmanın bin bir çeşidi olduğunu anlatmaz mı? Her türlü teknolojiye, rahata, şımarıklığa bağımlılığın bir başka zincirlenme olayı olduğunun altını çizmez mi Mustafa Kemal gibi seslenmez mi; ?
“ Ya istiklal ya ölüm!..”
Bir başka oyuncu, oyunu öteye, insanın saf ruhuna, uygar cesaretine taşımak için seslenir; bize; hepimize;
“ Yaşa ve yaşat! İşimiz çok, daha yapacak çok iş var…”
10 Kasım günlerini hüzne mi çevirelim, istiklali, istikbalimize katan yüce değerimiz olan dâhiye, zamanın alın terlerine karışmış olan tarihimize, kurtuluşumuza mı sevinelim?
İnanmışlık içerisinde söylenmişse, vatan, millet ve dünya sevgisini akıl, bilim, sanatla yoğurmuşsa insan hiç çekinmeden söyleyebilir;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder