22 Ekim 2021 Cuma

TİME-ZAMAN

 


                                                        TİME ( ZAMAN )

 

     Yılda dört kez yapılan, tenis dünyasının en saygın turnuvalarının ikincisi olan Fransa Açık ( Roland Garros ) karşılaşmalarını izlerken fark ettim, oyuncuların dinlenme saati bittiğinde hopörlerden yayılan tek bir sözcük duyuluyor, binlerce insanın sessiz ve heyecanlı bekleyişi içinde;

  “ Time “ Bir kadın sesi; ne sert, ne fazla zarif; bir görev çağrısı kararlılığı içerisinde bir kadın sesi; “ Time “ , “Zaman “ hatırlatması yapıyor…

  Ne çok duyardık veya duyarız bizden önceki kuşaklardan; “ Bizim zamanımız geçti artık! Dedelerimizin, ninelerimizin zamanında şöyle, böyleydi…”

  İster içinde bulunduğumuz, isterse adına; geçmiş veya gelecek zaman dediğimiz süreyi anlatalım; bir türlü durdurulamayan öneme sahiptir zaman… Şairin (Attila İlhan ) mısraları kendi çağrısını yapıyor;

“ Efendiler, az söylemek, çok yapmak zamanı gelmiştir.” Tıpkı, dinlenmekte olan sporcuları maçın kalan bölümlerini oynamaya davet eden Fransa Açık Turnuvasında binlerce seyircinin ve milyarlarca yaşa, zamana sahip güneş ışınları altında çağrı yapan ses gibi; “ TİME…”

  Zaman denen kavram, bir gün konuşmak istese tam olarak ne derdi acaba? Şöyle seslenir miydi; “ Hep, zamandan-benden şikâyet ediyorsunuz! Sürekli geçmişi söylerken, bugünü ve yarınları harcıyorsunuz ve yine, zamanın yetmediği üzerine şikâyet ediyorsunuz!”

 İyi belgesel izleyicileri çok iyi bilir diğer canlılar; hayvanlar ve bitkiler dünyasını. Zaman kavramının önemini çoktan anlamışlar ve eksiksiz uygularlar. Bütün telaşları, akan zaman nehrindeki faaliyetlerine odaklanmak ve bu süreci çok iyi yönetmekten ibarettir.

  Mart olunca leyleklerin, nisan olunca kırlangıçların, kartalların gelişi, hiç aksatmadan uyguladıkları dönüşüm; ürüme ve beslenmeyle birlikte yaşadıkları göç; göçebelik; zaman sürecine uygun, coğrafi yerlerdeki yaşam alanlarına ait mevsim değişimlerine sıkı sıkıya bağlılık…

Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında;/Yekpare, geniş bir ânın/Parçalanmaz akışında…

  Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zamanı anlatan bu şiirinin ilk dizeleri her şeyi açıklıyor gibi… Hiç kimse tam olarak zamanın içine yerleşemediği gibi, tam manasıyla dışına da çıkamıyor. Yani; yoktan var olmadığımız gibi, vardan da yok olamıyor; ama hep aynı, olduğumuz, göründüğümüz, duyulduğumuz gibi de kalamıyoruz…

  İyi ama, zamanı-time, çok iyi kullanmaya kalktığımızı bir düşünelim. Tıkır tıkır uyalım akan zamana. Ve elimizden gelen her saniye, sanise-sini değerlendirelim; ama yine de yetmeyecektir zaman akışının bir anlığına durmasını sağlamayacaktır. En güzel yaratılarımız, icatlarımız, bizi zamanlar ötesine taşıyacak, anılmamızı, hatırlanmamızı sağlayacaktır ama bize ait olan elementler çoktan bir başka yolculuğa çıkacaktır… Albert Einstein’in İzafiyet Teorisi ve İkizler Paradoksu fikri, bu yazılanların dışındadır; şimdilik…

  Tıpkı şairinin değişim anını betimlemeye çalıştığı şiirindeki ikinci ve dördüncü mısralar gibi;

Bir garip rüya rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil

Rüzgârda uçan tüy bile

Benim gibi hafif değil…

Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim.

Mavi, masmavi bir ışık,

Ortasında yüzmekteyim.

  Kendi icat ettiğimiz zaman kavramı, evren için sonsuz olsa bile, evrende her şeyin sonlu olduğunu öğreniyoruz; bilim insanları sayesinde. Yaşadığımız gezegenin doğum zamanını, şimdi kaç yaşında olduğunu ve yaklaşık olarak ne zaman öleceğini…

   Galaksimizin yaşını ve ölüm zamanını dahi biliyor anlamaya çalışıyoruz, uçsuz bucaksız evrenin korkunç büyük karanlığını yaran, muhteşem ışık gösterileri olan yıldızların, gezegenlerin parıltıları altında…

  Bir anlığına, zamanının baskısını hiç umursamayan, kırlık bir alanda bir ahlât ağacının koyu gölgesine sığınmış olan bir çoban uykusunda sahiplenmeliyiz zamanı. Telaşlardan, korkulardan bir süreliğine sıyrılıp, çan seslerine karışan guguk kuşlarının uzak ninnileri, çobanaldatan kuşlarının neşeli oyunları içinde dalmalıyız şairin;

 “ Bir garip rüya rengi olan o mavi ışığa” yaşarken dalmalı ve her gün, uyandığımızda, yaşama yeni doğmuş bir bebeğin kokusuyla uyanmayı denemeliyiz; “Hiç olur mu?” laf salatalarına, gururuna, büyük insan aldanışına şans vermeden akmalıyız zamanın nehrinde…

Güven SERİN  

 

 


Hiç yorum yok: