14 Şubat 2020 Cuma

BEN ORDAN GEÇERKEN






                                    BEN ORDAN GEÇERKEN BİRİ


   Yaşamının neredeyse yarısı hapishanede, kalan yarısı da sürgünde geçen Nazım Hikmet’in önemli bir şiiri bestelenerek müzik dünyamıza bir ağıt gibi armağan edilmiştir. Sanatçının sanatı hüzün ve özlemlerle yoğrularak var ediliyor. Tıpkı kültürel yaşamın küçük kırıntılarla oluşması gibi bir şey…

   Nazım’ın efkârından, Zülfü Livaneli’nin sesinden doğan bu şarkının sözleri, dinleyeni etkilemeden çekilmez geri. Gece ve karlı bir yolun, kayınların karanlık gölgesinde özlem denen şeyin muazzam bir kora dönüşebileceği bir yol ve yolculuk şarkısı…

  Kayınların arasında kış gecesinin karlı ve ıssız yolunda görünen bir pencerenin ışıltısı, ülkesini, sevdiklerini özleyen bir insanın kurtuluş umudunun yüceliğini de anlatıyor…

  “Ben oradan geçerken biri/AMCA dese gir içeri.”

   Şair, bir ses duymak ister; yalnızlığının özlemini giderecek; hiç olmazsa bir ses ve beş on dakikalığına ısınacağı sıcak bir evin sıcak hoşluğunu sanatın düşleriyle yakalamak ister…

   Yedi numaralı halk otobüsüne binme aşamasında yan yana geldiğimiz kadın yolcuya “Buyurun” dediğimde, henüz çantasındaki bozuklukları bulamamış kadının verdiği cevap;

  “ Amca siz önce buyurun!” demez mi? Şairin, yakalamaya çalışıp duymak içine büyük özlem duyduğu sihirli sözcük; “AMCA!” söylenince bir parça irkildim sanki! Bugüne kadar bana “ Amca” diye sesleneler yeğenlerim Cem ve Ata’dan başkaları değildi. Ağabey sözcüğünün, seslenişin gençliğine hapsolmuş algım,”Amca” seslenişini bir yaşlanma uyarısı gibi algıladı. Birden nezaket içeren bir alınganlık içerisine düştüm…

  Yedi numaralı halk otobüsüne binerken “ Amca” seslenişini de yanımda alarak tek kişilik koltuğa oturdum. Neredeyse gözlerimi örten lacivert kasketimi çıkartırken “Amcalık” rütbesini de çıkarttığımı hissetim. O anda, Nazım’ın sürgünde yaşadığı hayatta, gece yapmış olduğu karlı kayınların olduğu yolda hissettiği ve beklediği çağrı, kendi ülkende, güven içerisinde yaşadığım şehirde, bana cazip gelmemişti.

   Yarım yüzyılı geçen yaşamımızda, bizlerin yaşında olan dedelerimizi düşündüğümde nesil farkının ne büyük şansa dönüştüğünü görmemezlikten gelemem… Halen, dağlarda yürüyebiliyor, haftalık yüzme salonuna gidip amatörce de olsa yüzme sporumu yapıyorum. Canım isteyince bisiklete binip, günlük yürüyüşlerim dedemin yüz metrede duraklayıp yorgunluk gidermeye dönüşmemiş durumda.

  Bir sözcük, bir sesleniş o kadar mı harekete geçirir insanı? Yoksa “Amca” seslenişinin ardında görüntümün yaşlanma haline dönüştüğünü mü kastetmişti otobüse benden sonra binen, bana öncülük veren kadın?

  Algılarımız, geleneklerimiz, eğriye doğru seslenişlerimiz her yerde fazlasıyla yok mu? Pazaryerindeki pazarcıların kendinden yirmi yaş küçük kadınlara dahi “Abla” diye seslenişine yüzlerce kez tanık olduğum halde, bu sözcüklerin, seslenişlerin üzerinde “Amca” seslenişi kadar durmamıştım…

   İşin aslı, insanımızın duygusal yanı; kendimizden büyük gördüğümüze hiçbir akrabalık ilişkisi bile olmasa her daim sesleniş biçimleri; “Ağabey-Amca” değil midir? Yok, bunun bir ayıbı. Bilinen sözcüklerin kısırlığı ve kısalığı; “Hanımefendi” veya “Beyefendi” nezaketine uzak oluşumuz, her daim birbirimizi idare edişimizin sırrı burada gizlidir…

   Şekspir’in Hamlet oyununda bir yerde bir söz duyulur; “Her şeyi oluruna bırakmak…” Gelişmiş ülkelerin yazar ve şairlerinin eserlerinde binlerce, on binlerce sözcüğü kullandığını, yaşama hediye ettiğini düşür kendi yaşamımızda, günlük hayatımızda elli-yüz sözler günü ve yaşamı düşünürsek; seslenişlerde ki “Amca” , “Abii” sıfatları pek de yanlış şeyler değil gibi görünüyor…

  Edebiyatı bilim değil de birkaç ağdalı söz söyleme olarak görmemizin kısalığı, kısadan hisse çıkarmakta zorlanışımızın yolculuğu oturduğumuz kahvehanelerde ve hapsolduğumuz süslü odalarımızda ki kısa derinlikte bile gün yüzüne çıkmıyor mu?

  Hamlet, vücudunda yayılan zehir yüzünden ölmek üzereyken; “ Vaktim olsaydı…” der, yapacaklarını yapamamanın hüznünü arkadaşı Horatio’ya duyurur; “ Vaktim olsaydı…”

 
Güven SERİN  
 

4 yorum:

Zeugma dedi ki...

Aynen öyledir. ''Karlı Kayın Ormanında'' müzik dünyasına armağan edilmiş bir ağıttır. Üst üste defalarca dinleyebildiğim, her seferinde ilk kez dinliyormuş hissine kapıldığım ender parçalardandır. Çok derinden etkiler..

''Amca'' mevzusu güldürdü beni. Bu ara ben de dahil çok kişi aynı şeyden rahatsız. ''Hanımefendi, beyefendi'' sözcükleri varken bu karmaşa neden? Çok yaşlı bir adam 20'li yaşlardaki genç kızlara ''abla'' ya da ''ablacım'' diye hitap ediyor genelde. Yaşı kaç olursa olsun kişiler birbirine ''abi'' demeden cümle kurmaz oldu. Hatta karşılıklı ''abi'' diyorlar:)
Hitap dengemiz yoktu, daha da bozuldu sanki. Geçende yaşlı bir adam elinden tuttuğu torununa ''Çikolata alalım mı dedeciğim?'' diye soruyordu, gülmemek için zor tuttum kendimi:))
Teşekkürler Güven Bey...

GÜVEN SERİN dedi ki...


İlginç anlar ve anılar;yazın dünyasına birer hediye gibi başımıza gelen olayların tadına varmayı yine,edebi düşünce,deneyim sayesinde rafine ediyoruz:)) Teşekkürler ZEUGMA,sağ olasın...

deeptone dedi ki...

güldüm vallahiiiii :) şarkı güzel tabii, zülfünün şarkıları güzel kitapları kötüüüü :)

GÜVEN SERİN dedi ki...


Güldüğünü farkettim Deep:)) Bir daha olmasın sakın! :)) Teşekkürler..