BEN ORDAN
GEÇERKEN BİRİ
Yaşamının neredeyse
yarısı hapishanede, kalan yarısı da sürgünde geçen Nazım Hikmet’in önemli bir
şiiri bestelenerek müzik dünyamıza bir ağıt gibi armağan edilmiştir. Sanatçının
sanatı hüzün ve özlemlerle yoğrularak var ediliyor. Tıpkı kültürel yaşamın
küçük kırıntılarla oluşması gibi bir şey…
Nazım’ın efkârından,
Zülfü Livaneli’nin sesinden doğan bu şarkının sözleri, dinleyeni etkilemeden
çekilmez geri. Gece ve karlı bir yolun, kayınların karanlık gölgesinde özlem
denen şeyin muazzam bir kora dönüşebileceği bir yol ve yolculuk şarkısı…
Kayınların arasında
kış gecesinin karlı ve ıssız yolunda görünen bir pencerenin ışıltısı, ülkesini,
sevdiklerini özleyen bir insanın kurtuluş umudunun yüceliğini de anlatıyor…
“Ben oradan geçerken
biri/AMCA dese gir içeri.”
Şair, bir ses
duymak ister; yalnızlığının özlemini giderecek; hiç olmazsa bir ses ve beş on
dakikalığına ısınacağı sıcak bir evin sıcak hoşluğunu sanatın düşleriyle
yakalamak ister…
Yedi numaralı halk
otobüsüne binme aşamasında yan yana geldiğimiz kadın yolcuya “Buyurun” dediğimde, henüz çantasındaki
bozuklukları bulamamış kadının verdiği cevap;
“ Amca siz önce
buyurun!” demez mi? Şairin, yakalamaya çalışıp duymak içine büyük özlem duyduğu
sihirli sözcük; “AMCA!” söylenince bir parça irkildim sanki! Bugüne kadar bana
“ Amca” diye sesleneler yeğenlerim Cem ve Ata’dan başkaları değildi. Ağabey sözcüğünün,
seslenişin gençliğine hapsolmuş algım,”Amca” seslenişini bir yaşlanma uyarısı
gibi algıladı. Birden nezaket içeren bir alınganlık içerisine düştüm…
Yedi numaralı halk
otobüsüne binerken “ Amca” seslenişini de yanımda alarak tek kişilik koltuğa oturdum.
Neredeyse gözlerimi örten lacivert kasketimi çıkartırken “Amcalık” rütbesini de
çıkarttığımı hissetim. O anda, Nazım’ın sürgünde yaşadığı hayatta, gece yapmış
olduğu karlı kayınların olduğu yolda hissettiği ve beklediği çağrı, kendi ülkende,
güven içerisinde yaşadığım şehirde, bana cazip gelmemişti.
Yarım yüzyılı geçen
yaşamımızda, bizlerin yaşında olan dedelerimizi düşündüğümde nesil farkının ne
büyük şansa dönüştüğünü görmemezlikten gelemem… Halen, dağlarda yürüyebiliyor,
haftalık yüzme salonuna gidip amatörce de olsa yüzme sporumu yapıyorum. Canım
isteyince bisiklete binip, günlük yürüyüşlerim dedemin yüz metrede duraklayıp
yorgunluk gidermeye dönüşmemiş durumda.
Bir sözcük, bir
sesleniş o kadar mı harekete geçirir insanı? Yoksa “Amca” seslenişinin ardında
görüntümün yaşlanma haline dönüştüğünü mü kastetmişti otobüse benden sonra binen,
bana öncülük veren kadın?
Algılarımız,
geleneklerimiz, eğriye doğru seslenişlerimiz her yerde fazlasıyla yok mu? Pazaryerindeki
pazarcıların kendinden yirmi yaş küçük kadınlara dahi “Abla” diye seslenişine
yüzlerce kez tanık olduğum halde, bu sözcüklerin, seslenişlerin üzerinde “Amca”
seslenişi kadar durmamıştım…
İşin aslı,
insanımızın duygusal yanı; kendimizden büyük gördüğümüze hiçbir akrabalık
ilişkisi bile olmasa her daim sesleniş biçimleri; “Ağabey-Amca” değil midir? Yok,
bunun bir ayıbı. Bilinen sözcüklerin kısırlığı ve kısalığı; “Hanımefendi” veya
“Beyefendi” nezaketine uzak oluşumuz, her daim birbirimizi idare edişimizin
sırrı burada gizlidir…
Şekspir’in Hamlet
oyununda bir yerde bir söz duyulur; “Her şeyi oluruna bırakmak…” Gelişmiş
ülkelerin yazar ve şairlerinin eserlerinde binlerce, on binlerce sözcüğü kullandığını,
yaşama hediye ettiğini düşür kendi yaşamımızda, günlük hayatımızda elli-yüz
sözler günü ve yaşamı düşünürsek; seslenişlerde ki “Amca” , “Abii” sıfatları
pek de yanlış şeyler değil gibi görünüyor…
Edebiyatı bilim
değil de birkaç ağdalı söz söyleme olarak görmemizin kısalığı, kısadan hisse
çıkarmakta zorlanışımızın yolculuğu oturduğumuz kahvehanelerde ve hapsolduğumuz
süslü odalarımızda ki kısa derinlikte bile gün yüzüne çıkmıyor mu?
Hamlet, vücudunda
yayılan zehir yüzünden ölmek üzereyken; “ Vaktim olsaydı…” der, yapacaklarını
yapamamanın hüznünü arkadaşı Horatio’ya duyurur; “ Vaktim olsaydı…”
4 yorum:
Aynen öyledir. ''Karlı Kayın Ormanında'' müzik dünyasına armağan edilmiş bir ağıttır. Üst üste defalarca dinleyebildiğim, her seferinde ilk kez dinliyormuş hissine kapıldığım ender parçalardandır. Çok derinden etkiler..
''Amca'' mevzusu güldürdü beni. Bu ara ben de dahil çok kişi aynı şeyden rahatsız. ''Hanımefendi, beyefendi'' sözcükleri varken bu karmaşa neden? Çok yaşlı bir adam 20'li yaşlardaki genç kızlara ''abla'' ya da ''ablacım'' diye hitap ediyor genelde. Yaşı kaç olursa olsun kişiler birbirine ''abi'' demeden cümle kurmaz oldu. Hatta karşılıklı ''abi'' diyorlar:)
Hitap dengemiz yoktu, daha da bozuldu sanki. Geçende yaşlı bir adam elinden tuttuğu torununa ''Çikolata alalım mı dedeciğim?'' diye soruyordu, gülmemek için zor tuttum kendimi:))
Teşekkürler Güven Bey...
İlginç anlar ve anılar;yazın dünyasına birer hediye gibi başımıza gelen olayların tadına varmayı yine,edebi düşünce,deneyim sayesinde rafine ediyoruz:)) Teşekkürler ZEUGMA,sağ olasın...
güldüm vallahiiiii :) şarkı güzel tabii, zülfünün şarkıları güzel kitapları kötüüüü :)
Güldüğünü farkettim Deep:)) Bir daha olmasın sakın! :)) Teşekkürler..
Yorum Gönder