29 Ocak 2020 Çarşamba

DEHŞETİN SON KERTESİNDEKİ OLAYLAR






                    DEHŞETİN SON KERTESİNDEKİ OLAYLAR


   Yaşamı her daim tastamam ister ve hayal ederiz… Kolayca, hiçbir acının sızının yanımıza uğramadan mutlu olmanın gülünecek yazgısına teslim oluruz… Bazen şu sözcükleri duyuyorum başına beklemediği kötü bir olay gelen kimselerden; “ Bize de mi Allahım!”

  Bu süreçleri tam olarak nasıl izah ederiz bilinmez! Dinler ayrı, filozoflar ayrı izah yapmışlar çoktan… Bilinen bir gerçek varsa; “ Aç tokun halinden anlamadığı” gibi, başına bir şey gelmeyen de gelenin halinde anlamıyor…

  21.yüzyıl anlaşılmazlığın, yalnızlığın, çığlıkların bile sessizliğinin yüzyılı olacakmış gibi geliyor bana…

   Görevlerini en saf ve en karşılıksız bir halde sanatçılar yapmışlar ve yapmaya devam ediyorlar…

  Samuel Beckett bir şiirinde; “ Çektiğim acılar, varlığımın inşasının irili ufaklı parçalarıdır. Sadece düşünmek var etmez insanı. Duygularını, ruhunu ve hatta zekâsını geliştiren asıl üreticiler acılardır. O halde VARIM! Çünkü acı çekiyorum…”

  Dehşeti anlatan olaylar bu dünyanın özünde var. Bilim insanlarının dünya oluşumuyla olan bilgilerine baktığımızda birkaç milyar, belki daha da fazla, ateş topunun, korkunç gazları ve ısılarının ne büyük cehennem ateşi ve dehşeti yarattığı düşünülemez bile…

  Susan Sontang için dehşet sahnesi çok küçük yaşlarda, bir kitapçıya girip, bir dergideki Nazi Kamplarında ölen insanların fotoğraflarını görünce ayrı bir dönemin başlangıcını duyurdu. Dehşetin, sadece ayak sesleri olmaz! Görüntüleri, kokusu ve iç paralayan çığlıkları da olur…

  Bur korkunç sahneler, dehşet sözcüğünün bile izah edemeyeceği anlar, sanatçılar yardımıyla başkalaşım geçirirler. Belki de insanlığın buraya kadar gelmesinde, kötülüğün bu kadar kol gezdiği “Tüm zamanlar” da, yine iyiliğinde kalabilmesi, insanların acıların irili ufaklı parçaları sayesinde olmuştur…

  Ünlü Yunanlı Yönetmen Theo Angelepoulos’un çocukken; 1946 yılında izlediği Kirli Yüzlü Melek filminden etkilenmesiyle; sinema o günden sonra onun hayatının bir parçası olur… Theo’yu bu kadar etkileyen şey nedir acaba?

   Filmin son sahnesinde Kirli Yüzlü Melek denen kahraman; James Cagney idam cezasına çarptırılmış ve elektrikli sandalyeye götürülürken “ Ölmek istemiyorum… Ölmek istemiyorum…” yakarış sahnesi; gölgelerin içerisinde gerçekleştirilen ölüm sahnesi; Theo ismindeki küçük çocuğu, dünya çapında sinema yönetmeni yapmaya kadar götürmüş, her daim, insanların perişanlıklarını, düşlerini, göçlerini anlatan çok önemli sanatsal işlere imzasını atmıştır.

  Oysa filmin kahramanı; Kirli Yüzlü Melek, ölüme bile korkmadan gitmeyi çoktan kafasına koymuştu. Onu örnek olan binlerce serseri genç, onun yalvarmayacağını, kahramancı öleceğine inanmıştı… İşte bu inancı yok etmek, toplumun serseri gençler olarak toplumun dışına atılan o insanları kurtarmak isteyen birisi vardır; kasabanın Rahibi! Kirli Yüzlü Melek; James Cagney veya filmdeki ismiyle; Rocky ile ölümünden 10 dakika önce bir anlaşma yaptı. Yani ona; çocukluk arkadaşına yalvardı. Bir kahraman gibi ölme! Niçin? Çünkü kurtarmak istediğim bütün gençler seni bir kahraman olarak kabul ediyor. Sen öldükten sonra da senin gibi serserilik yapmaya devam edecekler.

  Ne yapayım o zaman? Senin hatıranı küçümsemeleri gerek. Bir korkak gibi öl! Rocky, çocukluk arkadaşı olan Rahibi kırmadı. Bir korkak gibi ölme rolü yaptı; “ Ölmek istemiyorum…” Bu sesi işiten rahip, arkadaşı için bir damla gözyaşı döktü; bir acı, bir dehşet ve kayıp yaşanırken, geride kalan binlerce çocuğunda kurtarılacağını bilmenin değerli ıslaklıkları…

  Susan Sontang Nazi Kamplarında çekilen fotoğrafları gördükten sonra şu yazıları not düştü;

“ İnsanın, dehşetin son kertesideki olaylarının fotoğrafları, çok hızlı biçimde içimi parçalamıştı. Gerçekten de ömrümü, bu fotoğrafları görmeden önce, gördükten sonra diye ikiye ayırdım. (O fotoğrafları gördüğümde on iki yaşındaydım.) ”

  Kendi gamsızlığı mızın sefasını çekmeye devam ederken, acaba bizler,”Bize düşen bir iş var mı?” diye ne zaman ayağa kalkıp, çevremize; mahallemize, şehrimize ve ülkemize dönüp esaslı bir şekilde TÜM duyularımızla birlikte bakacağız acaba? Yapaylıktan ve unutkanlıktan uzak, hakiki bir gözyaşı, değerli bir hüzün, parçalardan oluşan bir acının sanata dönüşmesi gibi…

Güven SERİN   

Hiç yorum yok: