6 Aralık 2019 Cuma

RUHUMUZA AİT KATLAR ve KATMANLAR



                          

RUHUMUZA AİT KATLAR ve KATMANLAR




     İster yaşam koçlarına gidip danışın, isterseniz yaşam tecrübesi olanları dinleyiniz! Hepsinin ortak noktası; zamanla kavga etmeden; “Ânı yaşa!” kavramı üzerine… Nasıl olacak? Derseniz, ona hizmet etmemişseniz; yani; kendi katlarınızı ve katmanlarımıza çok uzak ve zor bir şey olduğunu ifade etmek isterim…

  Sözüm, meclisten dışa, bilgiçlikten çok öte olan bir şey… Çok taze öğrendiklerim, şahit olduklarım siz değerli okuyucunun hizmetinde. Yakından tanıdığım üç insan; üçü de ciddi hastalıklarla uğraşıyorlar. Üçünün de yaşları çok genç denecek vaziyette; yani orta yaşın başları… Gelinen noktada;”Bizler gezemedik, seyahat edemedik ama siz, muhakkak bunu yapın!” İnsanın içini değerli bir hüzün kaplıyor. Bu zamana kadar niçin bekledin? Kim engelledi?

   Düğünleri, nişanları harç borç yapan, kendini yedi sülalesine adayan toplumumuzun kendi iyiliği, esenliği için ayıracağı zaman ve paralar; lüks sayılıyor… Toplumsal kaygılar, çekinceler ve geçmişin genetiğe sızmış korkuları; “Artarsa işten değil dişten artar; sık dişini…”

   Tanıdığım iki iş insanı; ikisinin de büyük pahallı villaları var. Farklı zamanlarda her iki kişiden aynı şikâyeti dinledim; “ Şimdiki aklım olsaydı, üç kat değil de tek kat yaptırırdım.” Niçin? “Bakamıyoruz kardeşim. Çocuklar torunlar pek gelmiyor. Gelseler de sadece yaz günleri oda kırda (dışarıda)geçiyor zaman.”

  Komşu, akraba, arkadaş büyük yaptı diye; kocaman villalar; dağ evi veya kır evi şeklinde yapılıyor. Büyük emekler ve harcamaların karşılığında. Fazla değil;15–20 yıl geçtiğinde büyük pişmanlık; “Keşke!”

  Bütün bunları işleyecek edebi dünya, sosyal dünya; kısacası yazılı ve görsel basın yeterli olmadığı için; neredeyse ülke insanının büyük çoğunluğu; kayıp uygarlıklar gibi kayıp yaşıyor… Kimi oğluna, kimi kızına, kimi torunlarına “Kurban” vaziyette… Hâlbuki hazıra dağların dayanmadığı gibi, şımarmış insanın en tehlikeli canlıya dönüştüğünü tüm dünya biliyor. Ama! Amalar…

  Fırsatını bulan, katlarını çıkıyor. Üstelik kaçak da olsa, yasal da olsa; mülkiyet sevdasını enine, boyuna çoğalarak yapmak istiyor. Ya sonrası? İnsan ömrünün kısalığı? Kendi ruhuna, bedenine harcanacak her türlü zaman veya emek lüks bir şeymiş gibi…

    Esas olan şey; kendi ruhumuzun, irademizin katları, katmanları değil mi? Bizi her vakit, her koşulda koruyacak yegâne şey; kendimize yaptığımız yatırımlar! Olaylar karşısında nasıl davranacağının en değerli öğretileri; edebi dünyanın, sanat alanlarının merkezindedir. Sadece, Shekespeare’nin Venedik Tacirinin tiyatrosunu izleyin birisi; cimriliği, hilebazlığı; ruhuyla yüzleşerek anlayacak belki de daha o akşam; kendisiyle barışıp Rönesans’ını yapacaktır. Balzac’ın Goriot Baba isimli romanını okuyacak olan birisinin babalık kavramı üzerinde alacağı tavır, kendine vereceği çeki düzen belki de olduğu gibi değişecektir…

  Uygar dünyanın bize sunduğunu kendi bilgi veya bilgisizliğimize göre işliyoruz. İşimize geldi mi şikâyet ediyoruz. Bize borç veren bankları suçluyoruz. Peki, ama kendi ruhumuzun katlarına ne zaman yatırım yaptık? Reddetme imkânı, değişik tercihler varken… Bizim; “Cahil” dediğimiz ninelerimiz, dedelerimiz niçin batmadı? Niçin kendilerini en zor şartlarda dahi yaşamda kalmaya mecbur kıldılar? Söyleyeyim; beklentileri, hayalleri o kadar sade ve anlaşılırdı ki; hiçbir zaman çizmeyi aşacak hayalperest yatırım ve isteklere özenmediler.

  Düşler, hayaller edebi dünyanın özüdür. İşi hayalperestliğe taşıdığımız an, pratik yaşamın altüst ediyoruz. Sonrası? Tam olarak durumu bile değerlendirmeden; bizden başkası; herkes suçlu oluyor… Ya biz? Katlarımız, katmanlarımız her daim aç ve açık-tayken; korumasız bırakılmışken; hiçbir çaba harcamayanların yaşamı; nitelikli ve huzurlu olabilir mi?


 Güven SERİN


Hiç yorum yok: