9 Ekim 2019 Çarşamba

RUHUMUZA AİT KATLAR ve KATMANLAR


Goriot Baba (Balzac)



Venedik Taciri (Shekespeare)


                           


RUHUMUZA AİT KATLAR ve KATMANLAR

  İster yaşam koçlarına gidip danışın, isterseniz yaşam tecrübesi olanları dinleyiniz! Hepsinin ortak noktası; zamanla kavga etmeden; “Ânı yaşa!” kavramı üzerine… Nasıl olacak? Derseniz, ona hizmet etmemişseniz; yani; kendi katlarınızı ve katmanlarımıza çok uzak ve zor bir şey olduğunu ifade etmek isterim…

  Sözüm, meclisten dışa, bilgiçlikten çok öte olan bir şey… Çok taze öğrendiklerim, şahit olduklarım siz değerli okuyucunun hizmetinde. Yakından tanıdığım üç insan; üçü de ciddi hastalıklarla uğraşıyorlar. Üçünün de yaşları çok genç denecek vaziyette; yani orta yaşın başları… Gelinen noktada;”Bizler gezemedik, seyahat edemedik ama siz, muhakkak bunu yapın!” İnsanın içini değerli bir hüzün kaplıyor. Bu zamana kadar niçin bekledin? Kim engelledi?

   Düğünleri, nişanları harç borç yapan, kendini yedi sülalesine adayan toplumumuzun kendi iyiliği, esenliği için ayıracağı zaman ve paralar; lüks sayılıyor… Toplumsal kaygılar, çekinceler ve geçmişin genetiğe sızmış korkuları; “Artarsa işten değil dişten artar; sık dişini…”

   Tanıdığım iki iş insanı; ikisinin de büyük pahallı villaları var. Farklı zamanlarda her iki kişiden aynı şikâyeti dinledim; “ Şimdiki aklım olsaydı, üç kat değil de tek kat yaptırırdım.” Niçin? “Bakamıyoruz kardeşim. Çocuklar torunlar pek gelmiyor. Gelseler de sadece yaz günleri oda kırda (dışarıda)geçiyor zaman.”

  Komşu, akraba, arkadaş büyük yaptı diye; kocaman villalar; dağ evi veya kır evi şeklinde yapılıyor. Büyük emekler ve harcamaların karşılığında. Fazla değil;15–20 yıl geçtiğinde büyük pişmanlık; “Keşke!”

  Bütün bunları işleyecek edebi dünya, sosyal dünya; kısacası yazılı ve görsel basın yeterli olmadığı için; neredeyse ülke insanının büyük çoğunluğu; kayıp uygarlıklar gibi kayıp yaşıyor… Kimi oğluna, kimi kızına, kimi torunlarına “Kurban” vaziyette… Hâlbuki hazıra dağların dayanmadığı gibi, şımarmış insanın en tehlikeli canlıya dönüştüğünü tüm dünya biliyor. Ama! Amalar…

  Fırsatını bulan, katlarını çıkıyor. Üstelik kaçak da olsa, yasal da olsa; mülkiyet sevdasını enine, boyuna çoğalarak yapmak istiyor. Ya sonrası? İnsan ömrünün kısalığı? Kendi ruhuna, bedenine harcanacak her türlü zaman veya emek lüks bir şeymiş gibi…

    Esas olan şey; kendi ruhumuzun, irademizin katları, katmanları değil mi? Bizi her vakit, her koşulda koruyacak yegâne şey; kendimize yaptığımız yatırımlar! Olaylar karşısında nasıl davranacağının en değerli öğretileri; edebi dünyanın, sanat alanlarının merkezindedir. Sadece, Shekespeare’nin Venedik Tacirinin tiyatrosunu izleyin birisi; cimriliği, hilebaz lığı; ruhuyla yüzleşerek anlayacak belki de daha o akşam; kendisiyle barışıp Rönesans'ını yapacaktır. Balzac’ın Goriot Baba isimli romanını okuyacak olan birisinin babalık kavramı üzerinde alacağı tavır, kendine vereceği çeki düzen belki de olduğu gibi değişecektir…

  Uygar dünyanın bize sunduğunu kendi bilgi veya bilgisizliğimize göre işliyoruz. İşimize geldi mi şikâyet ediyoruz. Bize borç veren bankları suçluyoruz. Peki, ama kendi ruhumuzun katlarına ne zaman yatırım yaptık? Reddetme imkânı, değişik tercihler varken… Bizim; “Cahil” dediğimiz ninelerimiz, dedelerimiz niçin batmadı? Niçin kendilerini en zor şartlarda dahi yaşamda kalmaya mecbur kıldılar? Söyleyeyim; beklentileri, hayalleri o kadar sade ve anlaşılırdı ki; hiçbir zaman çizmeyi aşacak hayalperest yatırım ve isteklere özenmediler.

  Düşler, hayaller edebi dünyanın özüdür. İşi hayalperestliğe taşıdığımız an, pratik yaşamın altüst ediyoruz. Sonrası? Tam olarak durumu bile değerlendirmeden; bizden başkası; herkes suçlu oluyor… Ya biz? Katlarımız, katmanlarımız her daim aç ve açık-tayken; korumasız bırakılmışken; hiçbir çaba harcamayanların yaşamı; nitelikli ve huzurlu olabilir mi?


 Güven Serin 









8 yorum:

https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=7374168482621215247#usersettings dedi ki...

Birilerinin tekelinde yaşamayı, bize giydirilmeye çalışılan kalıpları öncelikli olarak ret etmeliyiz. Bunu içinde önce kendimize inanmak gerekiyor. İnsan inanmadığı, içselleştirmediği hiç bir şeyle gönül bağı kuramaz. Önemlidir güzel olana, doğru olana inanmak. Buda emek, algıda seçicilik ve cesaret ister sevgili dostum.

Yeter ki kendine ve yapmak istediklerine, yapabileceklerine güçlü bir şekilde inansın insan. İnanmış bir insani yolundan çevirmek zordur.

Yaptığımız her şeyin bir değeri vardır, bazen bu değer eylemin kendindendir, bazen ise bize olan getirisinden; bu nedenle beyinle yürek arasındaki gizli ve gizemli bağ mevcuttur.
Bunlar ruhumuza ait katlar ve katmanlardır.

Farkında olmalı insan kendinin ve yaşamın hepi topu bir nefes oda zamana endeksli. Sevmeli ve umut etmeli, harcamamalı bozuk para gibi bir dem ömrü, demsiz vakitlere...

Zeugma dedi ki...

Carpe Diem tabii ki. Anı yaşamak gibisi var mı? Erteleye erteleye gençliği elden gidip kalakalanlar çok büyük ders bizlere. İsraf korkunç bir şey ve bu, toplum olarak bize has sanırım. Abarttıkça abarttık her şeyi. Oturduğumuz evlerden düğünlere kadar görkemli olacak! Hatta yeni adetler icat ettik. Bebek doğmadan önce, doğduktan sonra, yeni yaşında, hediyeli, süslemeli, ikramlı etkinlikler, yok daha neler! Şimdi hatim indirme etkinlikleri var, bu yaz rastladım, gelin konvoyu gibi konvoy yapmışlar, neymiş çocukları hatim indirmiş. Yahu bize ne??
Diğer ülkelerin insanları, mesela Alman halkı genellikle 40 metrekarelik evlerde yaşar. Profesör olsa bile hiçbir şeyi abartmaz, sadelik ve mütevazılık ön plandadır yaşamlarında. Yaşamayı ve gezmeyi seviyor yabancılar. Bir kot, bir tişört tamam. 80 yaşına gelseler de sürekli dünyayı geziyorlar. Hele ki düğünler bizim kadar abartan ülke yoktur diyorum net!
Geçenlerde bir bloga yazmıştım. Minicik bir kulübede sağlıkla yaşamak mı, yoksa koskoca bir malikanede amansız bir hastalıkla boğuşmak mı? Yanıt belli. E, o halde? Her şeyin başı sağlıktır. Kendimize iyi bakalım ve hayattan her an doyasıya keyif almaya bakalım. Ellenize sağlık Güven Bey. Müthiş bir yazıydı.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Çok teşekkürler Zeugma;yaşamın tadı tuzu o kadar çok ki;sizin de ifadenizde ki gibi; "Abartma" da üstümüze yok...Halk dilinde işin suyunu çıkartmada...Halbuki,bizi sonsuza taşıyacak kalkanlar var;edebi ve sanatın dünyasında;azcık dokunmak bile kafi...Teşekkürler..

GÜVEN SERİN dedi ki...


Çok teşekkürler Olcay;çok haklısın kalıplarda sıkıştık kaldık...Ezber ve kolay yaşam;sonra,kurtarıcıya ulaşamayacak kadar kısır bir döngü içinde,kendi mucize'misin farkına çok geç olunca varma...Bunca kurban,bunca kıyamet;yine aynı terane...Teşekkürler...

deeptone dedi ki...

o zaman bol bol gezmeli :)

GÜVEN SERİN dedi ki...

Sanırım Deep;"gezmeli" derken bile zaman kaybediyoruz:))

Demirlady dedi ki...

Ne kadar derin bir yazı. Ne kadar teşekkür etsem bu emeğiniz için azdır herhalde. Zira bu şekilde hisseden, düşünen insanların varlığı kaybolan umutlarımın yeşermesine neden oluyor. Materyalist bir dönemde yaşamanın yıkıcılığını yaşıyoruz benliklerimizde , tabii dediğin gibi kendi katlarımıza yatırım yapmadığımız için benliğimiz bile tehlikede olsa gerek.

GÜVEN SERİN dedi ki...


Merhaba Demirlady;çok teşekkür ederim.Bütün renkler,ritimler fazlasıyla mevcut bu dünyada;bütün mesele bizim her türlü gücümüz ne?Hiç ummadığınız bir derecik bir yerden yol bulur,başka dünyalara sızarken,dizgin vurulmuş çok güçlü bir ırmak,olduğu yerden bir metre öteye kıpırdamaz...Bildiğim tek şey;yaşam,ritmi seviyor,her daim çözüm yolları sunuyor gizli kapıların ardında:))