CARUSO’NUN
HİKÂYESİ
İnsanlık hikâyeleri
hep sevmiştir. Kendi düşlerine erişmenin ve dokunmanın bir tarafı da hikâyelerdir.
Tıpkı insanlığın yolculuğu sırasında düşlerden ürettiği masallar, mitler gibi…
Hikâyelere ruh ve
can katan, hikâyenin kendi sahibinden öte başka etkenler; sanatın bütün dalları
olduğu gibi, sanatçıların yüce içtenliği ve marifetidir.
Bu şarkının
haykırışı sözcük anlamından çok ötedir. Şarkıyı dinlerken İtalyanca bilmeniz gerekmiyor.
Bir veda hikâyesi olduğunu sezmeniz mümkün. En azından sanatsal bir hüznün
olduğunu anlayacaksınız.
Locio Dalla bu
şarkıyı Enrico Caruso için yazmıştır. Onun hikâyesini anlattığını bildiği için,
sanatçı dayanışması algısından öte, üretme-yaratma becerisinin ortaya konması
da diyebiliriz.
Caruso daha dokuz
yaşında müziğe başlamış, o günün şartlarında uzun sayılacak bir hayat; 48
yıllık ömrünün karşılığında yaptığı işten; opera sanatçılığından ciddi
paralarda kazanmıştır. Beklide bu kazanç onun daha uçarı yaşamasına neden oldu.
Doğduğunda takvim
yaprağı, 25 Şubat 1873’ü gösteriyordu. Ülkemizde ise bir imparatorluk yaşam
mücadelesi veriyordu. Daha ölmemişti. İngilizler, Yunanlar, Fransızlar,
İtalyanlar daha yarım yüzyıl bekleyecekti.
Amerika Birleşik Devletlerinde
ise Kızılderililer ölüm kalım sancıları içindeydi. Tarihe düşülen 1873 not; “ABD
ordusu 173 Kızılderili, çocuk, kadın, erkek öldürdü.” O günün imkânsızlıkları
içinde İstanbul’da güzel bir okul; Darüşşafaka Lisesi kurulur.
Caruso’nun hikâyesini
anlatır şarkı; son gece; yani ölümünden önceki gece sahile inip olanca sesi ve
enerjisiyle bir şarkı söyler;
“ Burası denizin parladığı ve rüzgârın sert estiği yer
Yaşlı bir terasın üzerinde,
Yaşlı bir adam genç bir kızı kucaklıyor.
Ve ardından bağırıyor.
Sonra boğazını temizliyor ve şarkı başlıyor.
Seni çok seviyorum.
Çok ama çok seviyorum, biliyorsun.
Bu bir bağ şimdi!
Biliyorsun, damarlardaki kanı eriten.”
Son şarkısı olduğunu
o da biliyordu. Tıpkı, yaklaşan ölümünü bilen Cemal Süreya gibi. Ölüm anını
resmettiği şiirde, bir kırlangıç ömrünün daha olduğunu onu da Allah’a
bıraktığını ifade eder; Üstü Kalsın, şiirinde.
48 yaş, bir insan,
sanatçı için az görünse de, dünyanın, evrenin milyarlık yaşları karşısında
bizim aradığımız yaşam aralığının hiçbir hükmü kalmıyor.
Enrico Caruso
öldüğünde 48 yaşındadır. Sait Faik’in yaşında! Orhan Veli’den ise neredeyse on
iki yıl fazla yaşamış.
Şarkının sözlerinde
Caruso’nun hissettikleri, son anın çaresine baktığı, kabullenip sefasını da
sürdüğünü anlamak mümkün;
“ Ah, evet hayat bitiyor
Fakat artık bunu daha fazla düşünmüyor
Zaten kendini oldukça mutlu hissediyor
Ve tekrar şarkısını söylemeye başlıyor
Seni çok seviyorum
Çok ama çok seviyorum, biliyorsun
Bu bir bağ artık
Biliyorsun, damarlardaki kanı eriten.”
Caruso’nun son
akşam kime seslendiği bir türlü çözülemedi. Kızı Glorya mı? Son eşi Dorothy mi?
Büyük aşkı Ada mı? Bilinmiyor. Sanatçıların bilinmezlikleri onların hayata
oynadıkları oyundan başka bir şey değil. Özümseyerek soludukları yaşamın,
özümsenerek anlaşılması gereken hikâyelerini bırakırlar.
Yıl,1921’i
gösterdiğinde Caruso başka bir âlemin yolcusudur artık. O yıl, bizim ülkemizde
de başka âlemlere geçiş mücadeleleri veriliyordu. Yurdumuz işgal altındaydı.
Sakarya Meydan Muharebesi zaferle sonuçlanmıştı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk
Ordularının Başkomutanı seçildiği yıl bu yıldır.
Sanatçının öldüğü
yıl, komşularımızla çok hızlı barış antlaşmaları yapılmaktaydı. Savaşın
biteceği yakındır. Bir yıl sonra, barışa aç, susamış ülke yepyeni devrimlerle
dünya sahasına çıkmaya hazırlanıyordu.
Caruso’nun
hikâyesi, aynı zamanda tüm insanlığın da hikâyesi. İç içe geçmiş anların o
kadar çok öyküsü var ki, onları anlatacak, aktaracak sanatçılarını bekliyor.
Besteciler, şairler, yazarlar, ressamlar, heykeltıraşlar, opera, tiyatro
sanatçıları; sizlere ne çok işler düşüyor…
4 yorum:
bu konuda müthiş bir film var yaa. fitzcarraldo, werner herzog :)
Teşekkürler Deep;ısrarla seyretmeli:))
İnsanlık hikayeleri olmadan olmaz..:)
Kesinlikle Mert;Teşekkürler:))
Yorum Gönder