2 Ocak 2018 Salı

ESKİYE RAĞBET OLSA...







ESKİYE RAĞBET OLSA,
-------------------------------

 Sıkça tekrarlanan bir atasözcüdür; “ Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı.” Bazı atasözleri yeterli menzile ulaşmaz. Anlık bir anlam ve farklı izahlara işaret eder.

  Tam da buradan yola çıkarsak; eski dediğimiz nice değerin; antika dünyasında nasıl bir alıcı kitlesine iştah kabarttığı bilinir. Eskinin, zanaati ve sanatsal olan tarafı bir tarafa; gizemi ve uzun uğraş yolculuğu vardır.

  Yeninin çabukluğu, anlık hale gelişi; bizleri kıpır kıpır yapıyor görünse de, kabımıza sağmaz halimizin, içi boşaltılmış, mumyalanmaya hazır bedenlere dönüşeceğiz hissiyatına kapılıyorum.

  Hazır mumyalardan söz etmişken, Geçmişi; yüzlerce; hatta binlerce yıl öteye giden Feyyum Portreleri, göz kamaştırdığı kadar, yapılış amaçları bilinse dahi, kendi içinde, ilk olma özelliği yanında; geçmişin içinden çıkıp gelmeleri; yüzlerce portrenin sağsalim ve capcanlı bakıyor oluşu; kendi içinde tekinsizliğe yer verirken, sanatı irdeleyenlere bolca kritik yapma, kendi sahalarını genişletme imkânı yaratıyor.

 Bu heykeller melez olarak kabul ediliyor. İçinde, Mısır Krallığı ve Yunan Medeniyetinin kültürel, sanatsal izlerini taşıyorlar. Yani, portrelerde çalışan sanatçılar; Yunan asıllı Mısırlılar. Portrelerin temsil etti kişiler ise toplumun her grubundan diyebileceğimiz özellikleri taşıyor; Öğretmen, asker, sporcu, Serapis rahibi, tüccar, çiçekçi; bazılarının isimleri dahi biliniyor.

  Yeninin çekiciliği, albenisi, ulaşılmazı ulaşır hale getirişi; bugünün bilgisayar, akıllı telefon kullanımlarından tutun da, Mars yolculuk hazırlıklarına, enötede ki, dış uzayda ki garip, gösterişli yıldız ve gezegenlere kadar her şey bu muhteşem uzantılarıyla insanlığı baştan çıkartıyor.

 Yeniliğe bıkmayan medeniyet ve teknoloji mühendisleri; insanlığın durdurulamaz göçüne; belki de dünyanın ıssızlaşmasına neden olacak; zafer veya çöküşü başlattıklarını düşünüyorum.

 Uçuk bir düşünceden çok, gözleme ve sezgilere dayalı bir düşünce. Bunu söylemekten ve yazmaktan dolayı korkuyor muyum? Hayır! İnsanoğlunun başına gelecek en kötü şey; dünyayı terk edecek oluşu veya teknoloji sürümlerinin içinde kaybolması değil; katiyen…

  Ölümsüzlük aşısını veya otunu bulamamış; aslında gizliden gizliye bütün çabası; kalıcı olmak olan insanın, ulaşılmaz hayallerinden birisi de; soğuk odacıklarda, kanı çekilmiş, dondurulmuş olarak; yaşama çağırılacağı yüzyılı beklemekten başka bir çaresizlik değil…

 Hepimizin çaresizliği budur. Kalıcılık; bedensel manada hiçbir şekilde yok gibi görünüyor. Bu yüzden, sanata, zanaate sığınma var. Felsefenin eşelenmesi de bu yüzden; daha çok anlam, kavram doğurtup, anlamsızlıktan, büyük yaşam kargaşasından kurtulmak…

  Her gün başka bir kabadayılığa tanık oluyorum. Bir gün ahkâm kesen, büyük gösteriş, çalım yapan birisi; ikinci gün, maskesi düşmüş, ruhu alınmış bir canlıya dönüyor. Sizin anlayacağınız; ne yaşar, ne yaşamaz durumları…

  Eskiye rağbet yağsa, bitpazarı şenlik olurdu olmasına da; Göbekli Tepenin eskiliği, tarihçilerin, arkeologların tarih sayfalarında ki boşluğu ne şekilde dolduracak oluşlarının coşkusu, kuşkularıyla dolu.

  Yerin altı da öyle; denizlerin, çöllerin altı da öyle; bilinmezliklerle dolu ve dolu… Ya bizim uğraştığımız büyük telaş; uykusuz, yorgun yüzlerin acınacak sevimli halleri; sanki gizliden gizliye ruhumuzu emen kötü bir tanrıça; hepimizin ipini eline geçirmiş gibi; bizler çırpındıkça o besleniyor.

  Nasıl mı? Silah satıyor… İlaç satıyor… Uzay seyahati satıyor. Karmaşa, galibiyet, korku sattığı gibi; zenginlik de sunuyor; pırıltılı yeraltı tapınaklarında istediğin kadar araştırma imkânı; yeter ki, üret; bu üretime bir katkı ver; istemediğin kadar ödül, şan, şöhret ve maaş…

  Feyyum Porteleri için çok şey söylemek mümkün. Bir tek şey söyleyemeyiz; poz veren kişi ‘model’ olmadığı gibi, ressamda tüccar olmamıştı… İki kişinin rızasıyla yapılan bir çalışma; kalıcılık anlaşması…

  Bu eserler için Berger şu yorumu kayıtlara geçiyor; “ Resimlerin en kalbürüstü olanları karşısında ressamın muazzam enerjisini hissetmemizin sebebi; hedef yüksek, hareket alanı darmış. Bu koşullar sanatta enerjiyi yaratır.”

 Güven Serin  



Hiç yorum yok: