Kamera; Güven
ERDEK-BALIKESİR
BENİM
DAVAM HİÇLİKTİR
Zamanın; yani yaşadığımız anın hemen kıyısından, belki çok
ötelerden bir şiir dizesiyle selam veriyor Horatius;
Neden yoruyorsun
zayıf ruhunu?
Sonu gelmez
planlarla.
İç savaşların yaşandığı
bir dünyada; günümüzden 2000 yıl önce Horatius; şarabın süzülüşünü; damla damla
içilmesini şiirsel bir dille anlatıyor:
Bilge ol, süz şarabı
damla damla.
Bu kısa ömre bel bağlama kısa umutlarla.
Daha biz konuşurken
bile geçip gitmiş olacak kıskanç zaman.
Yaşa doya doya gününü, olabileceğince az güven yarına.
Bunları demek kolay
da uygulamak zor olan… Tam da burada devreye insanın zanaatkâr yanı girmez mi?
Yaşama nasıl tutunduğumuzu, ebedi bir dünya içinde; hiçbir birikimin sonsuz bir
saklama girdabı içinde kalamayacağını bilmemize rağmen; günün ve gecenin içine
taşıdıklarımızı kâğıda döksek; inanamayız.
Tam da burada girer
devreye Alman şair Goethe;
“ Ben davamı hiçliğe
yerleştirdim.” Soracak olursak; hangi hiçlik dersek; yine başka bir Alman
filozof Arthur Schopenhauer cevap vermek ister;
İnsanın olası tüm isteklerinden kurtulup, çıplak, yalın var
oluşa geri döndüğünde, insan mutluluğunun temelini oluşturan zihinsel huzura
ulaşacağını; böylece şimdiki zamanın keyfini çıkartmak bakmak gerektiğinin
üzerinde durur.
Hem de sımsıkı bir
duruş… Sözüm, kendini akıntıya bırakanlara-bırakmışlara değil elbet… Belki de
iyi yüzücüdürler…
Belki de doğanın esas ayıklaması, insanın bol
olmasıyla, kıt olana dönüşüm, evrimin başka bir aldatma oyunu yaşanıyordur; avareliğin,
birbirimizle dalaşmanın kayıp zamanlarını; bize verilen yaşamı yaşarken öldürme
işiyle uğraşmanın rüzgârına kapılmayı, onur, namus ve evrenin yasası olarak
kabul ediyoruz.
Ama bunu böyle kabul
etmeyenler de var. Yani hiçliğin ne anlama geldiğini anlamak ve anlatmak üzere
bir ömür harcayan Schopenhauer;
“ Öncelikle, her
toplum zorunlu olarak karşılıklı bir uyum sağlama ve sıcaklık gerektirir; bu
yüzden, ne denli büyük olursa, o denli yavanlaşır. İnsan sadece yalnız
olabildiği sürece, bütünüyle kendisi olur; demek ki, yalnızlığı sevmeyen
özgürlüğü de sevmez; çünkü insan ancak yalnız olduğunda özgürdür.
Zorlama, her
toplumun ayrılmaz arkadaşıdır ve her toplum, insanın kendi bireyselliği ne
denli önemliyse o denli ağır gelen fedakârlıklar ister.”
Filozof bugün
toplumsal yaramıza, sanki birkaç yüz yıl önceki anın tazeliğinde hiçbir zaman
değişmeyecek insan ilişkileri yönüyle can alıcı bir sunum yapıyor;
“ Toplum sinsidir;
Oyalama, haber, dostluk hassı, görüntüsü altında, büyük, çoğun iflah olmaz
kötülükler gizler.
Gençliğin başlıca
eğitim konularından birisi, yalnızlığa katlanmayı öğrenmek olmalıdır; çünkü
yalnızlık, mutluluğun ve içsel huzurun bir kaynağıdır.
Üstelik bir insan
kendinde ne çok şeye sahip olursa başkaları onun için o kadar az şey ifade
eder.”
Bugünün gençliği bu
uygulamaya kulak vermişçesine kendi odalarına sıkça kapanıyorlar. Bizler
onların yalnız kaldığını, yalnızlığın kendi kendine yetme sanatını öğrendiğini
sanıyorsak aldanıyoruz. Çünkü sosyal medya denilen büyük icat, sonsuz sayıda
insan görünümünde ki elektronik canlılar; hem varlar, hem de yoklar…
Sosyal medyada şu
haberi gördüm. Facebook sayfasında artık olmayacağını anlatıyor genç insan.
Katılmış olduğu cenazede on kişinin oluşu ona çok dokunmuş. Oysa sosyal medyada
binlerce arkadaşı varmış. Sanırım, yaşamın içine girme adına, interneti
reddediyor.
Hâlbuki değişen
zamanın, değişen koşullarına yine uyum sağlayacak olan insandır. Esas olan o
şey; on ince perhiz olayıdır yaşamın her devrimini anlamlı kılan. Ancak o zaman
uyum sağlarız; tıpkı bir bardak su içince susuzluğunu giderdiğini söyleyen mide
hücrelerinin beyni uyarmasına benzer; bilginin, görgünün ve sezgilerin
uyarması; beslenmek ve bazen değerli yalnızlıklar ister.
Filozof yalnızlığı
zamanında sevip onla dost olmayı bir altın damarı bulmuş olmakla bir tutar
St. Pierre ise; “
Beslenme perhizi bizi bedensel açıdan sağlıklı yapar, insanlarla ilişkide
perhiz ruhumuza huzur verir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder