Kamera; Güven
Likya Diyarı buradan başlar; Ölüdeniz Ovacık
Bir günlük yürüyüş öneriyorum; yeterince risk almak
istemeyenlere. Ovacık Faralyalı arası 12 km
Sıra dışı bir gün;efsaneleri güne davet ede ede...
Kamera; Güven Likya Yolu Ovacık Faralyalı arası
Ölüdeniz,tam aksine yaşamın ve yaşatmanın ta kendisi...
Kamera; Güven Likya Yolu
12 km lik yolun yarılarına doğru;ayrı bir medeniyet
kokuları duyuluyor rakımın arttığı, Çamağaç Köyüne
yaklaşırken...
Kamera; Güven Likya Diyarı
Alt taraf Kelebekler Vadisi...
Bu diyara vadinin sürprizleri için gelmeli; sadece kelebek
fotoğrafı hayal edenler tam bir şok yaşıyor...
Kamera; Güven Likya Yolu
Ovacık Faralyalı arası...
Eski ticaret yolları, demek yeterli değil.
Eski ile yeninin ayak sesleri seviyle mayalanır-sa
düş ile gerçeğin karışımı bir şey çıkar ortaya...
IŞIK ÜLKESİ (LİKYA)
İnsan yaşadığı yere ne kadar düşkünse, dünyaya o kadar da
hasret… Bilgi ve öğretiler, gözlemler arttıkça dünyanın bize süzülen sevgi
renkleri ve sesleri de artıyor…
Likya Uygarlığı ve
onlardan geriye kalanlar da öyle… Likya deyince hemen hemen herkesin aklına
gelen ilk şey; kaya mezarları. Elbette öyle ama kayadan çok şey var bu
uygarlığın geride bıraktığı…
Demokratik
uygulamalar 23 Likya Şehrinin yönetime katılma hakları, zanaate, sanata, taşa,
ahşaba ve uygarlık yolunda uzlaşmaya olan düşkünlükleri… Çıkaracakları
kanunları, alacakları kararları uzlaşma, barış yoluyla uygulamak için her
şehrin oy hakkı vardı. Önemli büyük şehirleri üç oy hakkına sahipken, diğerleri
bir oy ile yönetime, alınan kararlara ve sorumluluğun insana dönüşümüne katkı
sağlarlardı.
Likya deyince bir
başka şey daha geliyor akla. Likya Yolu. Işık Ülkesi anlamına gelen Likya
şehirleri arasında ticaret, sosyal gereksinim olarak kullanılan bu yol Türk
vatandaşlığına geçmiş İngiliz asıllı Cate Clow tarafından ülke ve dünya
turizmine kazandırılan ve şimdilik 509 km olduğu kanıtlanan yolun ismi gelir.
Bu büyük yürüyüşü bir
ay gibi zamana da yaya bilir, günlük parkurlar veya imkânlar dâhilinde yürüye
bileceğiniz kadar yürüye bilirsiniz. Geçmişi 3 bin yıl hatta daha da fazlaya
dayanan bu yolların anılarını, hatıralarını; yollara dizilmiş deve, katır, eşek
ve insan kervanlarını günümüze davet edebilir; onların kokularını, seslerini,
renklerini, yorgun heyecanlarını görebilirsiniz.
Bu tamamıyla sizin
elinizde… Cesaretinizde… Bilginizde… Empati yeteneğiniz, o muhteşem insan
becerinizde gizli…
Bugüne kalan Likya
şehirleri Arna, Patara, Tlos, Myra, Oympos… Bu şehirlerde ne bulacağım? Diye
düşünürseniz; belki de bugün yetmeyen zamanı, oldukça fazla zamansızlığı ve içsel
titremelerle birlikte geçmişin günümüze süzülerek, ölen ve öldürülen
uygarlıkların halen yaşama imkânı ve yaşadığını anlayın taşa, harabeye tanıklık
ederken o ışık ülkesini görebilirsiniz…
Cate Clow… İngiliz
asıllı bir kadın… Yaşamak için bizim ülkemizi seçmiş… Çoğumuzun beğenmediği,
sıkıldığı, hatta durmadan içine edip, sınırlar çizip, duvarlar ördüğü ülkemizi…
Bu ülke, ülke insanı bilmeli ki dünyalı olmaya en yakın, en cazip ve borçlu
olanıdır… Sadece burada yaşayan uygarlıkları anlayıp, güne davet edelim!
Dünya turizmine
kazandıracağımız her uygarlık; taş olmaktan, mezar, antik tiyatro, kale, hamam
olmaktan kurtulacak; insan nefhana, huzuruna, becerisine ve dönüşümün o
görkemli yenilenmesine dönüşecektir.
Işık Ülkesi, Likya
medeniyetinin bugün yürünecek olan yolunun başlangıç yeri Ölüdeniz. Ovacık
istikametinden ağır ağır çam reçinesi süzülmüş, ortalığı buğulu bir çam kokusu
sarmış yere tırmandık. Ölüdeniz’i Babadağ’dan seyretmek bir başka tercihin
insana süzülen başkalaşımı…
Aynı süzülüşü, burayı
bir İngiliz Kolonisi haline getirmiş, burada yaşayan İngiliz’leri izlerken de
yaşadım. Disiplinleri, içe kök salmış doğrulukları, dürüstlükleri insana dair
ne varsa her şey…
Kate Clow’da bir
İngiliz. Bir insanın bir ülkenin aitliğini nazikçe bir kenara itip, dünya
insanı olup evrene akmasını gördüm; burada yaşayan İngilizlerin gözünde. Kendi
ülkemizi ilk fırsatta batıran, çöp, atık deryası yapan bilgisizliğimize,
eğitimsizliğimize bir kez daha yandım, Likya’nın yolunda, çan ve zil sesleriyle
ilerleyen ticaret, kültür kervanlarını düşleyip yürürken…
Tam da bu çalışmayı
kaleme alırken bir dostum uğradı kahvemi yudumlayıp Işık Ülkesini içten dışa
süzerken. İngiltere’den yeni gelmiş. Büyülü beynin, ışıltılı gözleriyle anlattı
bana gördüklerini.
“Orada, bahçelerin
çitleri yok. Evlerin demir parmaklıkları bulunmuyor Güven Bey.” Dedi. Seni en
çok ne etkiledi, dedim. Doğrulukları, dürüstlükleri, torpil arayıp yapmamaları,
dedi. Temizlikleri, doğa ile barışık olmaları, dedi…
Büyük kültür
deryasında, büyük kıtlık yaşamak; ne hazin bir öykü… Ne hazin bir aymazlık…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder