20 Temmuz 2015 Pazartesi

BİR BAYRAM DAHA GEÇTİ


Kamera; Güven Marmara Adası


BİR BAYRAM DAHA GEÇTİ

  Azize Terasa bir not düşmüş kayıp zamanlara, kayıp kitaplar kütüphanesine;

“ Ve dünyasal şeylerden umudu tamamen kaybetmişken; ölmeksizin ölürken…”

Bu bayram da diğer bayramlar olduğu gibi; olanca sıradanlığımla sıradan halkımın arasına karıştım. Hiçbir farkımız yoktu; soluk alıp veren bedenlerimizin damarlarımızda dolaşan kanları bakımından. Onlar da benim gibi telaşsız, kıpırtısız, bir gölge, bir düşün, düşüncenin, sitemin ardına sinmişlerdi.

 Kim sorarsa bayram kutlanıyordu. Her üç kişiden birinin birine dargın olduğu, birbirlerine verdikleri sözü tutmadıkları, aldıkları borçları ödemedikleri için. Dargınlık, zamanın en iyi merhemi gibiydi; birbirlerini en alçak, en zalim ve en kutsal bir şekilde suçlamaya, mahkeme önünde cezalarının kesilip; sonsuza kadar onları suçlu ve günahkâr ilan etmeye hazırdılar.

 Burada ayrılıyordum sıradanlığıma dokunan gamsız duygularımı da yanıma alıp; sıradan halkımın arasından ayrı bir yaratık gibi, zincirleri koparıp kaçıyorum. Ne yapıyorsa bir parça gökyüzü bilgim yapıyor. Dünyanın süratini, uzayda yaptığı mucizevi yolculuğu ve uçsuz bucaksızlığı düşününce; kayıp giden tarlalarımıza, sevdiklerimize, mezarlığa uğrayıp kardeşim Hasan ve babamın mezarına annemin bahçesinden kopardığım çiçekleri dikerek;en kolay ve en sade, en tarafsız bayram kutlamasını yapmayı daha öncelikli buldum…

 Devasa gökyüzünün hiçbir ressamın, şairin, yazarın, düş satıcısının erişemeyeceği çılgınlığa eriştiğini, bitip tükenmek nedir bilmeyen insanlık çığlıklarına göstermek isteyen çocuk tarafımı, büyük sanılan duruşumla örtüyorum… Ne yaman bayram kutlaması; ne büyük törensel şey; şekerin, yeni ayakkabının hiçbir anlam ifade etmediği; tatlıların bile eski keyfinden bihaber olduğu bir şey…

 96 yaşında ki Ayşe Ninenin kurumuş ama halen yaşam olan elleri ellerimdeyken onun fısıltısını duyuyorum; “ ölmedim daha! Ölemedim!” hemen yanında duran hap dolusu tepsiye dokunma, diyor. Dokunma, onlar benim kurtarıcılarım. Günde on tane hap kullanıyorum. Neredeyse elli yıldır onun yanından eksik olmayan hap; Gripin ne kadar tanıdık ve büyük bir ulusun gücünü-güçsüzlüğünü anlatıyor…

 Üreten çiftçi; üretime dair hep bildik oyunlara kurban gidişini; borçların borçla ödenmesine dayanarak yaptığı için; borç niyetine yüz yağlarını, erdemli duruşlarını ve gülümsemelerini vermiş. Çalışırken batmanın, bataklığa dönmüş insan ormanının bayram kutlamaları; zenginlik gösterisi sayılan harç-borç alınan araç ve onların arkalarına yazılan isimlerle, anıtsal bir hatırlanma telaşı; yazgıya, yazılacak bir şeyler, eşe-dosta gösterilecek; hesap sorulacak ve ödetilecek bayram törenleri…

 Hatice ananın mavi gözleri; deniz kadar, gökyüzü kadar mavi… İçindeki o sonsuz zanaatkârlık aşkı; çoktan insana, insanlığa dönüştüğü halde bitmeyen bekleyiş, ona verilmiş sonsuz bir görevmiş gibi ilk fırsatta koşup gittiği mezarlıkta; Hasan ile Yusuf’un mezarlarını süsleyen çiçek ve ağaçlara su taşıması…

 Gün çoktan esir olmuş geceye. Hiçbir kavrama ait olmayan bu büyük dönüşümün ağıtları, esiriklikleri, ezgileri, uçsuz bucaksız insan seli; söylemleri, gecenin taze şafağına muhtaç… İnsanın harekete, yeni öğretilere ve her daim çocuk tarafına; çocukların o muhteşem unutkanlıklarına, hatırlayışlarına, sevinç, keder ve düşüncelerine muhtaç…

  İnsan görünümünde ki tanrıça Nike, çok hızlı koşup uçtuğu halde kudret helvasına ve denizin kokusu, buhura özlem duyar. Buhura denizin kokusu deseler bile adalet ve düzen tanrıçası Themis, büyünün tanrıçası Kirke, deniz tanırıs Neptün, iyi ve yumuşak huylu tanrı Nereus, sanatın esin perileri Musa’ların ve şafak tanrıçası Eos’un da kokusu olduğuna inanılır…

 İnsan, sürekli dövünüp durduğu kapitalizmi, zorla ezberletilen, dayatılan davranışları dengeleyebilmek için edebiyatın, sanatın, felsefenin ve sosyal yaşama her daim katkı sağlayan üretimin peşinde koşmalı. Mitolojiye de, realizme saygı göstermeli. Kapitalizme duyduğu öfke kadar sosyalizme, sosyalizmin yetersizliğini dengeleyecek adil ve adaletli insanlık miraslarını taşıyan efsanelere, tarihe, masallara, mitolojiye; bayram muhtaçlığı içinde; ölümden söz etmeden önce yaşamın sevincini yudum yudum içmeden önce demlemeyi, dem tanrıçasını kendi içinden bayram sabahı doğurarak yapmalı…

 Buhur, belki de bayramların da kokusudur; ölümün, ölümsüzlerin olduğu kadar yaşamın ve eğlencenin de; kim bilir…

 Güven Serin 



Hiç yorum yok: