Kamera; Güven
YAŞAM ÖYKÜM YAZDIKLARIM
Enis Batur köşesinde
yine meydan okurcasına, sanat ve insan arayışının en üst sorgulamasıyla biraz
sanattan, biraz felsefeden söz ediyor. İstanbul Modern’de açılan Erol
Akyavaş’ın sergisinden bahis ettikten sonra, Nathalie Sarraute’nin “hayat”
hakkında söylediklerini paylaşıyor:
“ Yaşam öyküm
yazdıklarım”, diyordu Natlie Sarraute, “hayatım değil”. Yazar, bir başka
yazarın irdelemesinden yola çıkarak kendi arayışına devam ediyor:
“ Başka bir hayatı
olmadığına mı, varmış tabii: üç kız çocuğu doğurmuş, 60 yıl evli kalmış,
dostlarını ağırlamış kır evinde. Bahçeli, alçakgönüllü bir taş ev; ufak bir
pencerenin önünde yazı masası, üstünde dumanı eksilmeyen kül tablası. Onca
sigaraya karşın 100 yaşında ölmüş olması mucize.
Sahiden de,
yazdıklarımız asıl yaşamöykümüz. Çok yazdım diye çok yaşadım, böyle akıl
yürütecek ölçüde kendimi yitirmedim; çok yazdımsa kimler, neler geçti
hayatımdan, bunu bilebilirim: insanlarla, yerlerle, nesnelerle kaplanmış
vakitler. Düşünüyorum da: hiç yazmasaydım ne, ne kadar değişecekti,
çıkaramıyorum.
Sayısı sayılmaz, kim
bilir kaç hayatın içine daldım kırk yıldır: tanıdıklarım oldu, daha çok
okuduklarım, görüp dinlediklerim. Hiçbirini bütününde göremez bilemeyiz, kendi
hayatımızı bile. Hepsinden, ele avuca sığmaz öteki bütünlük belirir.
Bizimle kaybolacak
şey. Bir de kalan, kalacak olan; Arkada/n “
Kim bilir kaç kez
okudum sözcüklere yapışan ruhların seslenişini; tıpkı, çam ağaçlarına dokunarak
geçen rüzgârın evrensel türküsü gibi, ürpertici bir güzelliği isteyerek
yudumladım ve yudumlayacağım; onlar gibi, sözcükleri yazıya, yazılara akacak
ruhları, bedenleri, hayatları solukları, bakışları; insana en büyük armağan
olan en samimi haykırışlarını tadacağım; kim bilir kaç kez, döllenecek
insanlık, insanın bitmeyen arayışlarının polenleriyle…
Natlie Sarraute’yi,
Enis Batur’u yaşam ile ölüm arasındaki incecik kırıntının ana karasında
dinlerken, bir başka yazar-şairin, Sait Faik kendi adasında, kendi taşında
sesleniyor bize:
“ Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı
yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanların arasında sakin,
ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye,
kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa
küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum.
Yonttuktan sonra tutup öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
Her şey içimizdeki
sesin harekete geçmesiyle yaşama, tekrar yaşamlardan yaşama akıyor; hiç
kimsenin engelleyemeyeceği bir akış; belki de milyarlarca yıldan bu yana aktığı
gibi, eşsiz dünyamızın sıra dışı yaşam gerçekleri adına…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder