Kamera; Güven Ayasofya
Büyük eserler büyük emeklerle,düşüncelere ortaya
çıkarlar;onları yok etmek de büyük emek ister;
bütün çabalarınıza rağmen zorlanırsınız,saygı duyarak
başınızı eğersiniz.
YARBAY ALİ TATAR
Yarbay Ali Tatar
kimdir? Niçin ismi geçince yüreğimizde sular birden fırtınaya ve büyük
sessizliğe dönüşüyor? Yarbay Ali Tatar 42 yaşında bir askerdi! Bir annesi,
ablası, ağabeyi ve bir ailesi vardı; birçok insanın olduğu gibi…
Ali Tatar mesleğini
seven, mesleğinin yüceliğine inanmış bir subaydı. İnsan onurunun paha biçilmez
olduğunu ise ona yapılan haksızlıklar karşılığında, onuruyla, mesleğiyle
oynanıp ikinciye tutuklanmak istediğinde tek kurşunla cevap verdi; intihar
etti. Biliyordu yapılan ve yapılacak bu haksızlıklar çok insanın canını
yakacaktı. Bu can yakmaya, büyük insanlığın ve köhne hukukun dikkatini çekmek
için; bir şey feda edilmeliydi. O şey de, Yarbay Ali Tatarın canı oldu.
Birçoğumuz eline toplu iğne batsa, ne kadar can yakıcı der…
En son TÜBİTAK bilirkişisinin raporunda Balyoz, Poyrazköy,
Ergenekon, gibi davalara dayanak olan 5 No’lu art diske daha sonra yüklemeler
yapıldığı belgelendi. Hiçbir yolsuzluk, hilebazlık, entrika, lanetli
uygulamalar sonsuza kadar sürmez. Sürmez ama oldukça büyük çentikler açarak
canları acıtır; destanlaşan hüzünler bırakır geriye…
Yarbay Ali Tatar’ın
ailesi ile röportaj yapılıyor. Ağabeyi, ablası ve eşiyle konuşuyor muhabir.
Yüzlerine bakınca, yüzlerinden dışa yansıyan ses, hüzün ve asalet karşısında
boğulmamak elde değil; bende öyle yaptım; dışa taşan göz ıslaklığını içe
akıtmaya çalıştım.
Bir aile ki, ne
hilebazların çığlığı, yalanı, ne o büyük korkakların paniği var üzerlerinde.
Yapılan büyük haksızlığı büyük bir vatanperverlik, ülke hukukuna inanmışlığın
yitirmişliğin çaresiz asaletiyle karşılıyorlardı. Sırasıyla ablası, ağabeyi ve
eşi konuşuyor. Yanlarında duran kara-kuru yaşlı bir kadın. Zannedersiniz ki
ölmüş, bitmiş ve çökmüş… Bende öyle zannettim; Ali Tatar’ın biçare annesidir
dedim. Öyleymiş de. Mikrofon ona verilince; o kuru-kara ve biçare görünen
kadın; bütün tazeliklere, coşkulara, makyajlara, soylu görünen soysuzlara bedel
bir onurla, ses tonuna binen acıların ahengi ile bir ananın en güzel
seslenişini yaptı;
Ali, dedi; Ali,
nerelere gittin? İçinde kabaran büyük gelgitler büyük bir tevekkülle
susturulmuş, yüce ve ilahi adaletin evrensel dengesine güvenmiş acılı ve asil
bir kadın karşısında nutkum tutuldu. Bir anaydı işte; yüreği, insanlık, sevgi,
şefkat ile dolu bir ana…
Mustafa Kemal’in
anası da acılar içinde yoğrulan analardan birisi. Binlerce anadan, dimdik
duran, kavuşma ile ayrılığın büyük özlemi içinde yandığı halde, üşüyen
analardan…
Mustafa Kemal’i
tutuklandıklarında Zübeyde Hanım onu görmek için Taşkışla’ya varmış. Nöbetçiye
soruyor;
-
Evladım Mustafam burada mı?
Ses yok.
— Evladım,
sana soruyorum; biricik oğlumu tutuklamışlar, görmek istiyorum.
— Vardır
bir suçu! Hem görüşemezsin. Kafamı kızdırma seni de tutuklarım…
— Kusuruma
bakma oğlum! .. Benim aklım ermez, ben anneyim, oğlumla görüşmek istiyorum.
Süngülü yumuşar:
-
Onları Yıldız’a yolladılar.
Zübeyde Hanım bu kez
Yıldız’a koşar, yetkiliyi bulur; adamın kaşı çatık, niyeti bozuk;
-
Ha! … Sen onun annesi misin? Oğlunu dün ben sorguya
çektim.
-
Peki, nerede görmek istiyorum…
-
Göremezsin.
-
Neden?
-
Bu sabah götürdüler onları…
-
Nereye?
-
Boşuna arama!
-
Ben anayım, oğlum o benim…
-
Oğlunun suçu çok büyük…
-
Mustafa suç işlemez…
-
Çek arabanı…
-
SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR.
Yarbay Ali Tatar’ın
kara gözlü anası, oğlunu görmek istese hangi kapıya gidecek acaba? Hangi adalet
kapısının adalet dağıtan yüzlerine soracak;
Ben oğlumu görmeye geldim, ben anayım oğlum, dese, bu
gaflet, dalalet içine düşmüş caniler nasıl bir cevap verecek, ben bunu merak
ediyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder