Kamera; Güven
Tepelerden bakmalı Marmara'ya, tepelerin çam,meşe
kokulu diyarlarından...
Kamera; Güven - Tekirdağ
Deniz ışığı,ışık, oyunları sever; görsel oyunları...
Kamera; Güven Marmara-Tekirdağ Kıyıları
AYIN ON DÖRDÜ
Dolunay, ayın on
dördü… Bir kor gibi, gök ile denizin; Marmara’nın birleştiği yerden yükselmeye
başladı. Kocaman, devasa bir kor parçası… Bu görüntü, milyar yaşındaydı; belki
de en yaşlı görüntülerden birisi…
Denize, dağa, aya,
yıldızlara bakarken; milyon, milyar yaşındaki cisimlere bakmanın ürpertici
güzelliğini yaşıyorum. Onlar, bizden çok önceleri de oradaydı; bizim,
insanoğlunun kavgaları başlamadan, dinozorlar çağından bile önce…
Dünyada ki kavgam,
insanlığı oluşturan insanlarla değil. Asıl kavgam kendimle benim… Güneşi, ayı,
yıldızları, uzayın en derin köşesini bile merak eden beynimle… Susamışlığı,
açlığı, nezaketi ve zarafeti arayan; onu bulunca, daha fazlasını merak eden
evrenin bir parçası olan kendi dönüşümüm ile kavga halindeyim…
Hem dünyanın insan
eliyle oluşturulmuş yasalarına uyum sağlamak, hem de evrenin insanın içine
işlediği yasalar ile denge kurmak; insanın ah ile vah ile geçen küçücük ömründe
yetmeyen erişilmezliğidir.
Güzel olan, faydaya,
insanın ruhuna katkı yapıp, beden zamanına huzurlu dönüşüm verecek her şeyin
kültüre; devamlılığın soylu paylaşımlarına dönüşmesini susuz bir insanın suyu
istediği gibi istiyorum.
Her insanın kendi
yaşamında kendi çevresiyle istikrarın dostluğu ile uyumlu bir süreç içinde kendi
patikasını oluşturacağına tanıklık eden birisiyim. İnsanın serüveni yine
insanın istikrarlı yürüyüşü, tabiatın dengelerine gösterdiği uyum kabiliyetiyle
ortaya çıkar…
Metin ile arkadaşlık
uyumunu çeşitli badirelerden sonra iyi bir seviyeye getirdik. Güven veren
paylaşımlarımızın koşullamalardan uzaklığı insan bedeninin kemik, et, kan
parçasından oluşmasından öte ruhun hafifliğini, tüy uçuşunun sessiz huzurunu
getiriyor bize.
Yıllardır
tekrarladığımız Kumbağ Tepesi, oradan Marmara Denizinin izlenecek oluşu;
Marmara, Hayırsız Ada seyirleri kaçınılmaz bir çağrının heyecanı içinde davet
etti bizi. Teklif kimden gelirse gelsin, söz konusu tepe olunca, tepenin gün
ile geceye akacağı zamanın yolculuğuna çıkma kararı hemen verilir. Mazeretler
ve koşullar nazikçe bir kenara itilir…
Köftelerimiz,
içeceklerimiz, dürbün ve fotoğraf makinemiz sırt çantamın güvenli ev
sahipliğiyle toprak, kekik, çam, yosun kokan tepe ile buluşmamızı sağladı. Her
şey bıraktığımız gibi; küçük çiçekler yağmurdan sonra tekrar açmış. Lila, sarı,
pembe renginde, yeşilin farklı tonundaki bitkiler sonsuza büyük şükran sunar
gibi “hoş geldin” diyorlar bize.
Bir kor parçası,
devasa bir görüntü; uzayda yüzen bir cisim; dokunacağımız kadar yakın; gök ile
denizin birleştiği yerden yükseliyor…
Masalımsı bir
görüntü diyorum Metin’e. Metin, “gerçekten de dostum, masalımsı bir görüntü…”
Uzayın bonkör yüzü, hemen üzerimizde milyar yaşında, milyarlarca yıldız; ışıl
ışıl… Kimisi çoktan yok olduğu halde, uzaklığının hatırına ışığı hâla varmışlar
gibi rol kesip, yıldız görüntüsü içindeler…
Ayın on dördü, dolun
ay; büyük görkemiyle ağır ağır yükseliyor gökyüzünün muhteşem desteğinde. Işık
yolu Anadolu’dan bize kadar; Trakya topraklarına kadar geliyor. Küçük tekneler,
küçük nafakaları peşinde; çapariden dönenler ve gecenin deniz ile sarmaş dolaş
olduğu ıslak yüzeye küçük motorlarıyla ilerleyenler; met ve cezir dalgaları
gibi; kimi limana giriyor, kimi limandan denize açılıyor…
Zeus hâla İda Dağının
tepesinden bakıyor mu bilemiyorum. Athena, zekâ öğretileri peşinde mi yine?
Şüphesiz ay Tanrıçası Bendis bizi izliyordur… Şarap Tanrısı Dionyssos’un
hatırına yudumladık içkilerimizi. Deniz Tanrıçası Amphitrite’ye gece kadar
sessiz selam gönderdik. Gece Tanrıçası Nyks’a, dinginliği, yenilenmeye yaptığı
katkı, ay ve yıldızları ortaya çıkarttığı için teşekkür ettik.
En azametli gök
Tanrıçası olmalı; sonsuzluğa açılan o büyük boşlukta, hâkimiyet kurmuş olmanın
büyük gururu ile Uranos gülümsüyordur yükseklerde bir yerde.
Neşe Tanrısını Risus’u
akıldan çıkarmadan, Nazım’ın dizeleriyle dolunay ve ışık yoluna, oynaşan
yakamozlara katıldık;
Bir ucu kuyuda
kaybolan rüzgârlı bir şosede
Bana doğru
yaklaşıyor kavuşma saatimiz yalınayak.
Yüzü saçlarıyla
örtülü kavuşma saatimiz.
Bir de ağır yürüyor
ki delirmek işten değil.
Güven Serin / Arşiv
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder