Kamera; Güven Kaş
Sevgi her yerde var; zorla kimseye vermek zorunda
değiliz; o zaman sevginin taklidi bizi şaşırtır...
İnanmışlık, zorlamayla, takıntılarla dans etmez; o,
büyük boşluğun ışıltılarıyla dans eder.
EVREN SEVGİSİZ YAŞAYAMAZ
Sevgi sözcüğü çok
uzaklarda kalmış ikindiler gibi, şafak vakitleri gibi uzak bir müziğin dansını
hatırlatıyor bana. Gerçekten de sevgiyi tükettik mi? Hiç sanmam, çağlar arasın
geçişlerin, her toplumsal manevranın kendine has zorlukları, unutkanlıkları ve
uyuşuk miskin zamanları var; şimdi de öyle bir zamanın en bonkör
zamanlarındayız; sadece bu…
Sevgi sadece insana
mahsus sanılırsa en büyük aldanışın da taraftarı oluruz. Sevgi çevremizdeki
hayvanların kuyruklarında, kulaklarında ve gözlerindedir aynı zamanda. Sevgi
toprağa diktiğimiz küçücük bir tohumun muhteşem başarısı olan döngü-dedir kuru,
siyah ve çirkin bir tohumun; yeşil, kırmızı, pembe, sarı; kısacası renkten
renge, kokudan kokuya geçmesin dedir.
Sokağımıza çoktandır
yaşayan küçük beyaz köpek; yani diğer bir ifade ile biz sokak yaşayanlarının
verdiği ismiyle; Pamuk, sadece insanda var olduğunu sandığımız sevginin,
sevecenliğin içgüdüsel gösterisini yapıyor bizlere. Köpek, kedi, keçi, tavşan,
güvercin besleme-yeli çok oldu. Onların davranışlarını sevgilerini üzerime
çekmeyeli, onların bir yudum ekmek, bir yudum su ve biraz okşanma karşılığında
yaptıkları o muhteşem sunumları yaşamayalı neredeyse çeyrek asır oldu ve geçti.
Yakın bir zaman önce
her gün yanından geçtiğim sadece selam verdiğim sokağımızın köpeği olan Pamuğa
biraz tavuk kemiği ikram ettim. Biraz temkinli davrandı beyaz küçük köpek;
çünkü her zaman selam veren bu ciddi adam, bu sefer tam da ağzına layık tavuk
kemiği sunuyordu, olacak iş mi bu, der gibi oldu. Sonunda kemikleri yanına
bırakırken, biraz hayvan temkinliliğiyle üç dört metre öte gitti. İzleyen
günlerde her gün selamıma kuyruk ile “merhaba, günaydın” diyen Pamuk, artık
kulaklarıyla da, gözleriyle de “merhaba, günaydın” demeye başladı; bir yudum kemiğin
bir kucak sevgi karşılığıdır bu sunum; aynı zamanda evrenin de içinde
barındırdığı sevginin en hakiki gerçeğidir…
Pamuk ile aramda
geçen diyalog ve sevgi alışverişinden sonra, beslemediğim yılların köpek, kedi
ve diğer canlıları adına sevgisizliğin derin acısını hissettim. Beslemediğim, büyütemediğimiz güllerin, yaseminlerin, zambakların, karanfillerin, sümbüllerin
sevgisizliğin yarattığı büyük boşluktan ürkerek titredi bedenim.
Meğerse büyümenin
haylazlığı içinde, çocukça yaşadığımızı sandığımız zamanlarda bile en güzel
yıllarımızı nasılda tüketip, buzdolabına kaldırılan yiyecekler hanesine koyup
ta bir türlü yiyemediğimiz zamanlara sakladığımızı farkına vardım; sevgi için,
sevgiyi üretmek ve onu yaymak için hiçbir şarta ihtiyacımız olmadığı ortada;
güneş her sabah doğuyor; bütün zamanların, boşlukların, karanlıkların,
çirkinliklerin, soğukların dönüşümü aşkına… Ya bizler; insanca uydurduğumuz,
insanca sıraladığımız gülünç edinimler için bir ömrü nasıl da yaşlandırıp,
hırpalıyoruz; nasıl…
Evren sevgisiz
yaşayamaz, evrenin derinliklerinden ve genişlemesinden üretilen bir enerji
demetleri milyonlarca, milyarlaca büyük boşluğa dağılıyor; gözle
görmediğimiz, elle dokunmadığımızı zannettiğimiz nice ışıklar büyük bir gösteri
içinde canlı rastladıkları ilk gezegene, o gezegende büyümekle, yeşermek-le meşgul olan bütün canlılara o muhteşem gücü, canlıların gülümseyen, saran,
sarmalayan sevgiyi akıtıyorlar.
İstanbul Dünya Ticaret
Merkezinde konuk olduğum önemli bir mertebenin duruşuna sahip olan insanda da
bunu gördüm; gücünü, konumunu, yaptığı işin dışına taşımamış, otuz dört yılın
hakkını büyük bir çalışkanlıkla, vefa örneğiyle göstermiş insanın büyük
lütufları, beni bir kez daha düşündürdü; bu kadar gurur, bu kadar utanmazlık,
bu kadar korku var ve çoğalmışken; bu mütevazı insanlar hâla varsa,
kaybolmamışsa; belli ki evren sevgisiz yaşayamıyor… Bu insanlar aynı zamanda
bir kara, çirkin tohumun nasıl renkten renge, kokudan kokuya girmenin de
anlatımını yapıyor bizlere.
Yine çok taze bir
günün yakın martı çığlıkları içinde İstanbul Karaköy’de bulunan Kadıköy
iskelesi yakınındaki Mado pastahanesinde çayımı yudumlarken, bir erkek ile bir
kadının buluşmasını gözledim; erkek, üşümüşlüğün farkında bile değildi;
heyecanı beden motorlarını çoktan çalıştırmış sımsıcak bir sevgi ile Barış
Manço vapurundan inen kadına adeta koşarak ilerliyordu. Kadın da öyle;
gülümsemesi sadece yüzün şekil değiştirmesiyle gerçekleşmiyordu; evrenin derinliklerinden
dağılmış ışık demetçikleri, kadının ruhuyla daha da inceltilmiş, daha bir insan
kılığına ve insan gözüyle görülecek bir sevgi ışımasına dönüşmüştü; anladım ki,
EVREN SEVGİSİZ YAŞAYAMAZ…
Güven Serin
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder