11 Ekim 2012 Perşembe

KORKU


Marifetlidir eller. Yakalamak isterler
evrenin en uzak köşesini. Dokunmak iç
titreyerek, baş dönerek, sımsıkı sarılarak;
dokunmak ister ellerin büyük kolları.
Büyük ve sonsuz evren anlaşılsaydı,
dokunuşların da sonsuzluğu bilinir, kısır
kavgaların tutsağı olunmazdı.

KORKU

  Hasan Efendi Caddesinden sola döndüm. Hasan Bey Sokak yokuş olmasına rağmen yılların alışkanlığı ve yürüme kültürüne duyduğum saygı nedeniyle zorlanmadan bir solukta çıktığım yerlerden birisidir. Bazen kendi kendime bende bir keçi ruhu var mı diye düşünmeden edemiyorum. Yüksekliklere, vadilere, yokuşlara olan düşkünlüğüm tartışılmaz. Hasan Bey Sokağında ilerleyen bir başka insan daha vardı. Bir kadın, benim gibi yükünü almış ama benim gibi hızlı değil neredeyse yere çökecek vaziyetteydi.

  Hızlı yürümenin telaşı yüzünden birçok arkadaşıma selam vermeden geçtiğim doğru da olsa bu alışkanlıktan vazgeçemediğim de bilinir. Aynı telaş içinde Hasan Bey Sokağında yükünü almış kadına yaklaşan ayak seslerimi duyan kadın, irkilme ile duraksayıp yana çekildi. Halbuki onla aramda ki mesafe en az iki metre ve onun epey açığından geçsem bile ayak sesleri aydınlık bir günde bile kadını korkutmuştu.

  Korkudan irkilen kadının duymayacağı fısıltıyla seslendim ona;

“Korkma, bende senin gibi evine giden bir insanım. Bak benim de poşetler-im senin gibi evine götürdüğün yiyeceklerle dolu. Onda da ekmek vardı, bende de. Benim diğer poşetim de kış hazırlığı yüzünden ağzına kadar dolu yeşil fasulye vardı. Kadının diğer poşetinde ise ağzına kadar dolu kırmızıbiber vardı. Belli ki o da kış hazırlığına başlamıştı. Turşular, pekmezler, konserveler, salçalar bu milleti açlıktan koruyan, muhtaçlığını azaltan önemli besinlerdir. Bu milletin yarısı açlıktan ölmüyorsa, açlık sınırında bir kazançla yaşıyorsa işte bu kadın gibi kışlığını önceden hazırlayanlar sayesindedir.

  Kadın benim güvenilir olduğumu anlayınca rahatladı. Sanırım derin bir nefes aldı. Onu üzen ayak seslerini  onu bu korku paranoyasına kaptıran nedenlerin fazlalığını düşününce bende korktum. Korkular bizi tedbir almaya iter. İter ama çoğaldıkça, sağlı sollu geldikçe bizi koruyan kalkanlarımızı  “eğitim, sanat, felsefe, adalet, şefkat, spor” azaldıkça, korkuların pençesine; kanlı pençesine düşeriz. Bize bakanlar bizim çığlıklarımızı duyup kurtarmak yerine kendi korkusu yüzünden donuk yüzlerle seyirci kalır; sıra ona gelene dek…

  Bir ayak sesinden bile güpegündüz korkan kadının korkusu düşünce ırmağının içene dalmama neden oldu. Su soğuktu ama acımasız değildi. Beni kendime getirip korkularla yüzleşmeye, korkular adına yazmaya ve onları anlamaya davet etti.

  Düşünce ırmağının soğuk suyunda yüzerken bir başka kadının korku yüzünden nasıl bir hayat içinde cebelleştiğini hatırladım. Yıllar önce çantasını almak isteyen insan kılığında bir canavar yüzünden önce titremeye sonra da kendini kaybetmeye başladı. Çalışan esnaflık yapan kadın, ailesinin başına büyük bir dert haline geldi. Bu ülke cennetinde cehennem kuyusuna düşen şanssızlardan, belli ki de korkusunu besledi. Onu yok etmek için koruyucu kalkanları yetmedi. Kadın eş yönünden şanslıydı. Eşi Ahmet Bey, ibretlik bir vefa örneği gösterdi. Dünya ülkeleri içinde vefa üzerine yarışma düzenlense Ahmet Bey derece alır. Kendini beğenmiş, estetik hastası nice soylu güzelin yanında onur abidesi gibi duruyor. Eşi kötürüm olduğu halde şimdi onu tekerlekli sandalyede gezdiriyor, bir çocuk gibi bakıyor.

  Korkular böyledir; insan ruhunu, insan üretkenliğini değişikliğe iter. Sanat yönü, akademik yönü derin olan insanlar her türlü korku ile baş ötmenin formülünü bir ömür ararlar. Ama sıradan insanlar kapılarını sağlamlaştırmaktan, korkularını beslemek ve efsaneleştirmekten başka hiçbir şey yapmazlar. Çünkü bu onların vazifesi değildir.

  Şehirleri şehir yapan; korkuları temizleyen, korkuları azaltan yöneticilerin çok yönlülüğüdür. Bir şehrin gece hayatı yoksa bir şehrin bazı sokaklarına gündüz bile girilmesi insanı korkutuyorsa o şehrin büyük yöneticileri çok iyi anlaşılmalı.

  Korku dedim da bir başka korku önleminin neredeyse büyük gösteriye dönüşen görüntüsü geldi aklıma. Başbakanımız neredeyse bir koruma ordusu ile geziyor. Neden? Sanırım öldürülmekten korkuyor. Peki, biz bu yola beyaz gömleğimizi giyip de çıktık diyen, bu nurlu insan neden korkuyor? Halkından; halkının yarısının aç, sefil ve üzüntü içinde olduğundan korkuyor.

  Korkularınızı beslemek yerine onlarla yüzleşin. Yüzleşmeye gitmeden önce alabileceğiniz her türlü desteği alın. Ama ilk önce kendi vicdanınızın masumiyetini sorgulayın! Siz korkunuzu yok etmek için korkuttuğunuz insanları korkularından arındırmayı biliyor musunuz, diye düşünün.

Güven Serin
 

  


Hiç yorum yok: