2 Ağustos 2012 Perşembe

KATHAK DANSI

Kamera; Güven  Limon Çiçeği

Çiçekler de kendi danslarını milyonlarca
yıldan bu yana yaparlar. Limon çiçeği de
bir şeyler anlatıyor tabiatın lezzeti, kokuları,
görsel şölenleri adına.


KATHAK DANSI

  Kathak Dansı Hindistan’ın kuzeyine özgü bir dans türüdür. Bu dansta hız, el ve ayak hareketleri oldukça önemlidir. Aslında Kathak Dansı insanların yaşam biçimlerinden doğmuştur. Her dans bir öyküyü anlatır. Dansçının yanında bir de kathakas denen öykü anlatıcı vardı. Söylenceleri ve mitolojik öyküleri dansçı eşliğinde anlatıp söylerlermiş. Kathak Dansı nesilden nesle anlatıla anlatıla ulaşmış klasik bir dans biçimi haline gelmiştir. İlgi, alaka ve beceri ister. Bir de bu dansın anlatacağı bir öykü…

  Müzik, dans ve öyküler barışçıldır. Kişinin ruhuna hitap ettiği gibi bedenleri de baş döndürücü güzellikleri algılama aşamasına yaklaştırır. Bu yüzden, müzik, dans öykü ile birleşince, bu öyküler barışçıl olmayanları, sevgiyi yüceltmeyenleri korkutur. Korkular arttıkça, insanların kendi acılarına ilaç bulma arayışları artar ve gizemli labirentlerin içine doğru yol alır.

  Hindistan halkı da acıları, yokluklarıyla yüzleşmiş bir halktır. Aynı zamanda kendi mitolojik öyküleriyle de hüzün ile mutluluğu, umutlarını birleştirmiş geçmişten bugüne taşımıştır. Bizim türkülerimizde de öyküler gizlidir. Yaşanmışlıklar gizlidir. Umutlar gizlidir. Destanlarımızda da, masallarımızda da insanı insanlığa yaklaştıracak, çözüm olmayan adaletin yerine ilahi çözümler bulunacak anlatımları vardır.

  Kathak Dansı oldukça ilgimi çekti. Öyküler müzik ve dansla birleşince öyküye aç olan benim gibilere direnme ve beslenme şansı verir. Benim besinim de böyledir işte; şarkılara, danslara, dağlara, taşlara gizlenmiş seslenişleri anlamaya çalışıp bir çeşit konuşma yöntemi geliştirmektir.

  Şimdi bu zamanda; benim şehrimde ve dillere destan ülkemde konuşmak, hak aramak ve adalet istemek hiçbir anlam ifade etmiyor. Etseydi mahpushaneler bu kadar dolu, çelişkiler, kuşkular bu kadar fazla olmazdı. Bir öç alma havası ve öz benlikten, ulusal içtenlikten, evrensel değerlerden uzaklaşmak; halkın kendi arayışlarını da çıkaracaktır ortaya. Kimi umutlarını ilahi adalete bağlayacak, kimileri daha tam olarak bitmemiş olan adalete. Bazılarımız da müziğe ve dansa…

  Sıkışma ve sıkıştırılma artarken, azcık akla, ileme ve sanata inanmışların nasıl nefessiz kaldığını, her ağızlarını açışta seslerinin kısıldığını görmek acı veriyor bana. Düşünmenin yerini inanılmaz tutuculuğun, cehaletin, akıldan uzak fikirlerin alması bir yana, böyle düşünen insanların çok önemli kuruluşlarımızın başına; başkan-müdür-vali-kaymakam-rektör-bakan olarak gelmesi; hani ödenesi günahların bedelidir bunu da düşünmekten korkmayanların, daha tam manası ile köleliğe geçmemiş canlıların düşünmesi gerekir.

 Korkunun kol gezdiği, artık düşüncenin, insanca eğlencenin lanetli sayıldığı güzel ülkeme âşık bir insan olarak duygularımı kâğıda aktarırken aktarım çeşitlerinin hepsine başvurmayı, çeşitlendirmeyi büyük bir içtenlikle istiyorum. Bilinen seslenişler ve yazılımlarla oyalanır, yaşam denen döngünün içinde sonsuza doğru ilerlerken, bilinmeyenleri, az bilinenleri ve değişimin güzel hatırına başka kültürlerde olan güzellikleri de yazı dünyamın okuyucu ile buluştuğu bu köşeye aktarmayı zevkle yapıyorum.

  Bu anlatımımı Kathak Dansından destek alarak yapacağım. Sadece kathak dansı değil, öykü anlatıca kathakasın da yardımını isteyeceğim.

  Hadi o zaman müzisyenler; Çello, keman, piyano ve davul lütfen yerlerini alsın. Kathak Dansını yapacak dansçı da yerine lütfen! Öyküyü anlatacak kathakas da geldiğine göre dans başlasın;

  “ Bir zamanlar yoktan var olmuş bir ülke varmış. O ülkenin bulunduğu yerde geçmişte otuz tane büyük uygarlık yaşamış. Sadece kalıntılarını bile ortaya çıkarsan dünyaya bedel ülkenin her tarafı denizlerle çevrili olduğu halde balığı Norveç’ten yerlermiş. Efendilerin araçları Almanya’dan, silahları ise Amerika Birleşik Devletlerinden gelirmiş. Ülke refahı arttıkça ölümler ve öldürmeler de artmış. Zenginlerin koruma orduları, evlerinin kale gibi duvarları arttıkça artmış; güya yöneticiler halka hak dağıtmak için gelmişmiş…

  Yoktan var olmuş bu ülke yok edilmek için neredeyse yüz yıldır uğraş veriliyormuş. Amerikan yardımları, siz yapmayın biz size hibe veririz; siz keyfinize bakın aldatmacaları ile ülke yöneticileri bol uyur ve tavla oynarlarmış. Ülkenin fazlalık veren tek müessesi din adamlarıyla ibadethaneleriymiş. Yardım dernekleri, devlet imkânları bu dünyadan çok öteki dünyaya hizmet etme aşkı ile muhteşem dünyalıklarını yapar, halkın hak adına çıkardığı her türlü sesi-rengi; yaş-baş, mertebe, eğitim düzeyi, ülke sevdalısı demeden o güzel mapushanelere koyarlarmış.

  Devrimler kendi evlatlarını da yer ama tüketene kadar değil. Devrimlerin ardından büyük reformlar yine büyük ülke sevdalılarının evrensel düşlerini düşünce birlikteliğine taşımalarıyla devam edermiş. Bir zamanların ülke insanları, üç nesildir hak-adalet ve reformlar beklerken, göçler dalga dalga büyümüş. O ülkede her şey organik yaşanır, mahallelerde konu-komşuluk akrabalık kadar güzel yaşanırken; bağ ve bahçeye düşman Amerikan hayranı zeki ülke yöneticileri her şeyi betona; yani yüksek karlılığa çevirmişler.

  Büyük kazanç ve beton-demir aşkı devam ettikçe nesilden nesle insani duygular merhamet kanallarıyla taşınmak yerine öfke-nefret kanallarıyla taşınarak insanların ruhları ve bedenleri beton kadar sessiz-duygusuz hale gelmiş. Meğerse ortada ülke denen bir şey de kalmamış; zaten kalmasın diye hem içten hem dıştan harika bir şekilde altı da, üstü de oyuluyormuş.”

 Dans ve öykü bir araya gelince böyledir işte; insana güzel bir rüya görme nazik bir hatırlatma yapar; insan olana elbet…

Güven Serin 
 

  


1 yorum:

gülsen VAROL dedi ki...

uzunca bir süredir yaşamla kavgalıydım sevgili Güven..
O nedenle yazılardan uzak kaldım.. Özlediklerimin arasında olduğunu bildiğine eminim.
Nefis bir anlatımdı okuduğum..