3 Ekim 2011 Pazartesi

ORMANIN KALBİ

Kamera; Güven Kıyıköy-Kırklareli
Önce çadırlar kuruldu; gecenin ıslak karanlığına
karşı koymak adına.

Kamera; Güven 
Sonra ateş yandı ve ateşi şarap töreniyle
kutladık. Dut şarabı; buna şarap demek
doğru değil; şurup:)) Bu şarabı Şirince'den
getiren ve bu güzel geceye getirmek amaçlı
saklayan bana; teşekkür ediyorum:))


Kamera; Güven   
Önce gün geceye kavuştu sonra gece güne.
Şimdi sucuk partisi zamanı .)) Akşamdan kalan
gözleri tekrar küçük dal parçaları ile buluşturduk.
Genç meşe ormanının tanıklığı eşliğinde ruhu
besleme uğraşları içinde mideyi de besledik.


Kamera; Aziz öğretmen
Akşam konuğumuz Edip Canseverdi, sabah da
onu ağırladık. Birazdan kamp yerinden
ayrılırken insanlara ait çevreyi kirletecek tek
bir atık bırakmadık geriye. Poşetlendiler ve
doğayı nasıl bulduysak öyle bırakıp minnet
ayrıldık.


KIYIKÖY-KIRKLARELİ
Kıyıköy'ün merkezine gelince Antalya Kaleiçi
geldi aklıma. Biraz gezince taş evleri
bulamadım. Biraz da olsa ahşap evler vardı
denize uzanan tepenin üstünde.



Kamera; Güven Kıyıköy Limanı
Güzellikleri gören ben, çirkinlikleri de gördü.
İyiye övgüler yağdıran ben, pisliğe ve kötülüğe de
yandım durdum. Aranası cennet böyle
cehenneme çevrilir. Pislikler, çirkinlikler
insana ait rezillikler görünmesin diye yakın
yapmadım... Ne hazin...
Buraya, temizlik, mimari ve düzen
uğramamış. Ama tabiat burada, bizlere
rağmen burada...


Kamera; Güven Kıyıköy'ün ahşap evleri
Limana dik inen tepelerin hemen üstünde
yerleşim yeri başlıyor. Tepeler ve etekleri, buraya
özel kayalar ve tarih; gün yüzüne çıkarılıp temizlense
turizmin nimetlerini koyacak yer bulamaz bu
soylu efendiler...


Kamera; Yunus  Kıyıköy
Kıyıya sokulan küçük ve gizli limanlar;
çocukluğum burada yeşerseydi kim bilir
na anılarım ve düşlerim olurdu
gizemli su yolları ve kayaların içinde
sakladığı mağralarda.


Kamera; Güven  Yunus usta ve Aziz öğretmen
Çok özel bir kayalık burası. Gizemli ve
kendi doğal mimarisi ile insanı şaşkına
çevirecek gösterileri var. Altında küçük bir tünel
su taşıması gerekirken, kasabanın kanalizasyonunu
taşıyor. Muhteşem bir katlediş...


Kamera; Güven Kıyıköy
Karadeniz kayaların içindeki doğal
limanlara, küçük kanallara kadar sokuluyor.


Kamera; Güven
Yakın, insan eliyle kirliydi; ama uzak,düşlerimin
uzanmak istediği sonsuz kadar temiz ve
dingindi...


Kamera; Güven   Pabuç Deresi-Kıyıköy
Sakin ve duru bir su. Üzerinde kano ve deniz
bisikleti gezintileri yapmak mümkün.


Kamera; Güven  Pabuç Deresi
Üzerindeki küçük kır lokantaları dere ve tabiatla
bakışıktı. Derenin çevresi temiz ve bakımlıydı.
Kıyıköy merkezdeki üzüntüm bir bakıma bu duru
dere ile dengelenmiş gibi gibiydi:))


Kamera; Güven  Aya Nikola Manastırı
MS. 565 yılları. Dünyanın en eski
kaya manastırlarından birisi.
Şaşırtıcı olan; koruma altına alınmamış; gönüllü
bir koruyanı var; çok ilginç ve çok garip...


Kamera; Güven  Aya Nikola Manastırı
ve gönüllü koruyanı; Hamdi Kaya
Lakabı ; Tako:)) Neşeli ve güler yüzlü bir insan.
Tarihi sevmenin güzel yüzü Hamdi Kaya'ya
oldukça yakın hisler duymama neden oldu.
Hamdi Kaya, burasını pırıl pırıl tutan bir
kahraman. O kadar tarihi yer gezdim; gönüllülük
içinde buradan daha temiz bir yer görmedim.
Hamdi ağabeyin bir hizmeti daha var; gezip
gördüğünüz manastır hakkında bilgiler verirken
bir de ; bu fasülye 7,5 lira, şarkısı ile sizi uğurluyor.
İnsanın oynayası, kendinden geçesi geliyor:))


Kayaya oyulmuş tamamı ile insan eli ile inşa
edilen manastırın bekçisi darbukaya da
hayat verdi. Müzik, tarihin hemen yanıbaşında
insanları mutlu etti; çünkü onlarda ritim
duygusunu hissedip ritmik hareketler yapmaya
başladılar:))


Kamera; Güven Aya Nikola Manastırı
Kültür Bakanlığının bize miras kalan ve bizim
tarafımızdan tüm dünyaya sunulacak bir yerin
ne büyük bir kültürsüzlük içinde fark edilmediğine
sadece ; sus, işareti yapıyorum; Sus ve düşünme...


AhiMehmet Köyü-Saray
Dönüş yolculuğumuzda çay molası için
Nazım ağabeyin kahvesinde soluklandık.
Çaylar ve sohbet tanıdık insanların
bir birine inanmışlığının huzuru içinde sürüp gitti.
Sonra, burnumuzun dibinde olup, bitenleri, görmeyip
duymadığımıza yana yana tekrar yaşadığımız
yere doğru yol aldık...
Hareket, dünyanın ve evrenin en sevdiği davranış;
o zaman; miskinliğe paydos:))

ORMANIN KALBİ



 Ekim ayı, sonbaharın en güzel aylarından birisidir. Yapraklar yeşil ile kızıllığın arasındaki geçiş törenine hazırlanıyorlar. Yolcu yolunda gerek inancı ile yine yollardayız. Yaklaşık 24 saatlik bir kamp gezisi için yolun yolcusu olduk. Istranca (Yıldız) Ormanlarına olan yolculuğumuz iki yıl önce başladı. Kamp Ateşi ortak felsefesi; kültürleştirmek; yani istikrarlı bir beraberlik içinde geziler yapmak üzerine kuruludur.

 Istranca Ormanları ile üçüncü buluşmamız oluyor. Bu buluşmamızın en önemli yeniliği ise hastalığı yenen Aziz öğretmenin aramıza katılmış olması. Yolculuk Kıyıköye; Karadeniz’in sakin yerine. Denize dik inen kayalıkları, gizli küçük koyları, limanları ile özel, çok özel bir yere doğru...

 Rakım yükseldikçe ormanların içine girdik. Yeşil; yemyeşil ormanlar daha kızıla, sarıya bürünmemişti. Meşeler her yerde meşe ağaçları en büyük sayıyı, topluluğu oluşturuyor. İçlerine gizlenmiş, karaağaçlar, gürgenler vardı. Sarmaşıklar vardı, yaban gülleri vardı…

 Her yolculuk kendi hareketini oluşturur. Her hareket de kendi sürprizlerini insanoğluna sunmayı bekler. Yunus usta, Aziz öğretmen ve ben; sürprizlerin içine tam da kalbine indik. Gecenin başlamasına çok az bir zaman vardı. Kıyıköyüne varmamıza 10 km kala zamanla rekabet içine girdik. Çam ormanlarını kamp için tercih edemezdik. Çünkü ateş yakmak tehlikeli ve yasak! Yine alabildiğince uzanmış, tepe ve vadilerin için yayılmış meşeliklerin arasında ilerlerken eski bir yol bulup içine süzüldük. Süzülüşümüz sadece yolun içine değil; aynı zamanda ormanın da tam kalbine gidiyordu. Yaklaşık 1 km ilerledikten sonra genç ve gür yeşil meşe ormanının uygun bir yerinde kamp yapmayı uygun gördük. Çadırlar kurulup derhal kuru odun toplandı.

 Ateş yanıyor; dumanları tüte tüte yanan ateş; ısı, ışık demek. Yemek, türkü, şarkı demek! Gök çabuk büründü karanlığa. Belli ki aydınlık kadar karanlığı da seviyor. Ama asıl sevdiği yıldız şöleni olmalıydı. Milyarlarca yıldız ve bizim galaksimiz. Diğer galaksilerin en önünde ve en parlağı! Ay hilal ve neşeli. Sanki sevdanın bilinen neşesi ve heyecanı yaşanıyor ayın güleç yüzünde.

 Kampın vazgeçilmezi ateş ve ateşi en iyi kullanan arkadaşımız Yunus usta. Külünde patatesleri pişirirken közünde patlıcanları hazırladı. Her zaman ki gibi çoban salatası benim ellerim ile hayat verdi tabağa. Karanlık korku vermiyordu ateşin yakınında olan üç kampçı insana. Sembolik de olsa kamp fenerimiz gaz koku ile tanıdıktı; çan ve zillerin hemen yakınında ışıldayan duruşu ile. Başlarımızdaki ışıklar; çevremizi gün gibi aydınlatıyorken; ormanı; büyük ormanı karanlık yutmuşçasına kayboluyordu ışıksız kaldığı her alanda.

 Kamplarda gelenek haline getirdiğimiz üzerine bir şairi de davet ediyoruz. Bu kamptaki konuk şairimiz Edip Canseverdi. Cansever’den şiirler okuduk gecenin karanlığını delen ışıklarımızın desteği ile. Edip Cansever; Yer Çekimli Karanfili fısıldadı şu dizelerle;

“Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde/Oysaki seninle güzel olmak var/Örneğin bir rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi/Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda/Midemdi, aklımdı şu kadar kalıyor/ Sen o karanfile eğilimlisin alıp sana veriyorum işte/Sende bir başkasına veriyorsun daha güzel.”

Aziz öğretmen ezberindeki bir şiir ile seslendi yeşili bol olan meşe ormanının tam da kalbinin içindeki ateşin yanı başında;

“ Önde zeytin ağaçları arkasında yar/Sene 1946/Mevsim/Sonbahar/”

 Sıra Yunus ustaya gelince Yunus Nazımı büyük şairi hatırlattı hiç unutmadığımız ve kayın ormanlarına çok yakın olduğumuz meşeliğin kalp atışlarının yakınında. Yunus sustu Nazım konuştu;

“ Kara kuru bir çingenenin kıllı elleri/Geçirse de boynuma ilmeği/Boşuna bakacaklar Nazımın gözlerindeki korkuyu görmeye.”

 Kamp ve tabiat sevdalısı olmak böyledir işte; aynı zamanda şairleri, yazarları, filozofları düşünürsün. İnsan denen canlıya yaratıcının verdiği aklı, iradeyi ve öğrenme isteğini büyük bir lütufla algılar daha; daha bir düşünmeye başlarsın.

 Bu düşünce içinde paylaşılamayan dünyamızın hemen üzerindeki gökyüzüne baktım; milyarlarca yıldızın dolaştığı ve hiçbir hilekâr insanın o yıldızları paylaşma, satın alma, kendi mülkiyetleri içine katma gibi hünerleri olmadığına sevindim. Ve yaratıcının verdiği aklın, akılların bize sunduğu düşünceleri kendi düşüncelerimle tokalaştırdım.

 Meşeliğin ormanı ve benimle toka yapan insan aklını adeta; ölüm, yaşam, aidiyet, iktidar değerlerini tığ ile oya gibi işleyen bir zanaatkâr gibi seslenen Meşa Selimoviç konuştu;

“ Hayatı aşağıya doğru çeken, kendi kendileriyle çatışmaya başlayan düşüncelerdir. Bu arada yeni düşünceler doğar ve her şey gerçekleştirilmeye başlamadıkça, bu düşünceler güzeldir. Var olan değil, arzu edilen şey güzeldir. Keşfedince kirlenmemesi için camekân içine gizlenmelidir.

Öyle olsa dünyayı düzeltmek için elimizde hiçbir imkân olmaz; ömrümüz bunalım ve ebedi denemelerle geçer”

 Şairler, yazarlar ve düşünceler; derken Kıyıköy; kayaları bol olan tepelerin Karadeniz ile buluşması. Kendine has doğası burasını bir turizm cennetin yer yapacakken yine biz giriyoruz devreye; bizim insanımız; büyük kirleticiler… Yine kendimizi kandırdığımız bir cennet; ama biz cenneti bir başka yerde arıyoruz; ne hazin…

Güven Serin























6 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Yine harika bir yolculuk..

Yine yollara düşme isteği, biraz huzur, biraz dinginlik arayışı, insanın az, yaşamın bol olduğu yerlere duyulan özlem.. işte bunlar geçti aklımdan.

Denizin kokusu nasıl da yaraşır böyle yerlere.. Hafif hafif dalga sesleri, serince esen rüzgar, bir martının kanadındaki zarif incecik siyah çizgiler..Martı var mıydı oralarda bilemiyorum ama her ne varsa hepsi de yakışır. Hele deniz feneri, yalnızlığı ve huzuru çağrıştırır bana nedense. Ne zaman bir sahil kasabasına düşse yolum, gözlerim illa bir deniz feneri arar. Bulunca da sırtımı yaslayıp, dalar giderim uzaklara..

Ahşap evler güzel görünüyor, özgün olan her şey gibi..

Edip Cansever... Ne çok okurdum içli dizelerini. Çoktandır okumadım, anımsattığınız iyi oldu.

Kıyıköy'ü sevdim, görmesem de...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın; teşekkür ediyorum. Kıyıköy diğer köylerimiz, kasabalarımız gibi keşfedilmeyi bekliyor; sanırım her kaşif,her şair, her yazar ve her duygulu insan kendi keşfini kendi duyarlılığı ile yapabilir ve onlarca farklı resim çıkar ortaya.

Bende bir sahil kasabasına gitsem limanı, martıları, feneri arıyorum; ele liman tepelerin ardında bir yerdeyse; değmen benim gamlı keyfime:)) Günün her saati soylu ışığın yardımı ile çok farklı görünür görüntülürin kıymetini bilen mütavazı insana

Kıyıköy'ün merkezine girerken çok eski Helen zamanı bir sur kapısından geçiyorsunuz içeriye. Bu yüzden ben burayı Antalya Kaleiçine benzettim. Herhalde özlemeye başladım, serap görüyorum:))
Sohbeti Edip usta ile noktalayayım:))

Biz bu şafak vaktinin neresindeyiz
Öyle bir umut gibi gelip geçecek
Yalnızım, yalnızsın bize kim gülümseyecek

ege dedi ki...

Yeşilin değişik renklere bürünmesiyle bir başka güzellik sunan muhteşem görüntü ve işte yaşamak bu dedirten mutluluk, gönül dostlarıyla paylaşılanlar.. Bir başkadır benim memleketim diyerek yürekleri coşturan sanatcı Ayten Alpman`ın sesi çınladı kulaklarımda..Bir başkadır benim memeleketimin her mevsimi ayrı güzel..Resimler ve yorumların harika Güven, gezmiş görmüş kadar oldum..Teşekkürler..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın Ege. Yeşili en iyi anlayacaklardan birisi de sensin. Çünkü sende ormanın kalbinde doğmuş ve o kokuları içe çekerek şehrin yoluna yolcu olmuşsun:))

Çok teşekkür ediyorum; gezdim, gördüm ve anlatabildim ve güzel duyguları uyandırdım diye:))

Arzu Sarıyer dedi ki...

"Keşfedince kirlenmemesi için camekân içine gizlenmelidir" Meşa Usta ne güzel söylemiş.Nice güzellikler keşfedilmeyi bekler,edildiğinde kirletmeye koşar adım gider insancık.Camekân içine gizleyebilmek,koruyabilmek ...İnsançıklar umarım bir gün başarabilirler...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Arzu öğretmenim. Meşa usta gerçekten de düşünme,öğrenme ve irdelemenin heyecan verici seslenişini yapmış. Onun da dediği gibi;

"ömrümüz bunalım ve ebedi denemelerle geçer"