15 Haziran 2011 Çarşamba

YAZ ŞENLİKLERİ

Kamera; Güven Süleyman Paşa İlköğretim Okulu
Muhteşemsiniz çocuklar... Ya bizler!
Sizlerin beyinlerini büken, kesen, kıran, donduran;
bizler... İyi ve mutlu aileleriz değil mi?

Kamera; Güven Süleyman Paşa Ana Sınıfı
Kafkas Gösterileri
Koştular,koştular; yorulmadan biz büyükleri
mutlu etmek adına... Öpüyorum sizleri, güzel
melekler...


Kamera; Güven İngiliz Konsolosluğu
Her yan tabiat kokuyordu; burayı dolduran çocuklar,
insanlar gibi...


Kamera; Güven İngiliz Konsolosluğu
Doğa'nın huyunda mı, suyundan mıdır bilmem;
burada çalışan hanım efendi ile daha girişte
tanıştı ve samimiyet kurdu:))


Kamera; Güven
Taş mekan ve çiçekler; mutlu olmak
için önemli bir neden:))


Kamera; Güven
Çocuklar,çocukça;büyükler de çocukça yayıldılar
çimenlere, oyunlara...


Kamera; Güven
İnsanlar,sadece eğlenmek adına ordaydı...
Büyüklerin kurnazlıkları, ideolojileri, usta oyunları
yoktu çocuk oyunlarının yakınında.


Kamera; Güven
Şimdi eğlence zamanı. Eğlencenin yaşı-başı
yok... Tempo,müziği duyumsa ve coş...


Kamera; Güven


Kamera; Güven İngiliz Konsolosluğu
Yeşil, kırmızı,sarı, mor, turuncu ve sesler
bedenlere hakim olan mutluluk hisleri...


Kamera; Güven
İnsan denen canlı; aradığının farkına varırken, fark ettiğinin
keyfini sürecek yaşı ve anlayışı da kaçırmasa ne
güzel olurdu.


Yazılarını severek okuduğum ve
sorumlu bir aydın olma mücadelesi veren
Ümit Zileli ile çocukların,yeşilin, huzurun,mimarınin
olduğu yerde karşılaşıp ayak üstü sohbet güzeldi.
Ben, Cumhuriyete tekrar gelişini tebrik ederken;
o, şimdi yazma zamanıdır, deyip geri dönüşünü
özetledi.


Kamera; Güven
...


                                            YAZ ŞENLİKLERİ



Beynimizdeki nöronların sayısı yaklaşık 100 milyarı buluyor. Bilinen üç temel nöron var. Birinci grup nöronlar, doku ve organlardan bilgi iletir. İkinci grup nöronlar, o bilgiyi işleyip beyinden gönderilen sinyalleri aktarır. Aracı nöronlar da beyin ve merkezi sinir sistemindeki iletişimi sağlarlar.

 Nöronların “yaz şenliği” ile ne ilgisi var dediğinizi duyar gibiyim! İnsan denen canlı için gıdanın, uykunun, suyun, havanın, güneşin ne kadar önemi varsa; nöronları da besleyecek, duygularımızı ve aklımızı daha da insanlaştıracak, nezaket ile donatacak beslenmelere de ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyaca gidermenin yollarını en iyi bir şekilde yapmanın en güzel yolu da kendimizi var etmenin gerçeklerinden sapmayarak, tapılası ayranlıkların keşmekeşliğine kapılmayarak; takdirleri, övgüleri, gelişmeleri cesurca irdeleyerek olacağına inanıyorum.

 Dünyadaki 200 devlet içinden 20 devletin niye öne çıktığını, 10 devletin neden bu kadar önem arz ettiğini duygusallığa boğulmadan aklın güzel kavrayışı ile anlamak zorundayız. Aklın kavgasını başlatalı neredeyse 100 yıl oluyor. Yüz yıllık sürecin başındaki renkli hayatlarımız, ağzına kadar eşya dolu evlerimiz; Cumhuriyetin ilk yıllarının fakirliği ile karşılaştırılamaz bir zenginliğimiz vardır. Vardır âmâsı da vardır! Cumhuriyetin kurucuları, aklı; nöronlarımızın bizi taşıyacağı en yüksek yeri göstermesi dururken; aklı, sürekli kapatarak, doğmalarla korkutarak; geliştik, gelişiyoruz, değiştik, değişiyoruz kandırışlarıyla geleceğimiz yer; buraya kadardır… Şimdi, hep beraber düşüşlerimizin, bol keseden beslenmelerimizin, yaşamak adı altında kadınlarımıza yaptığımız çirkinliklerimizin bedelini bir güzel ödeyeceğiz.


 Düğün törenlerinin, bayramların, ölüm törenlerinin kimyası da, fiziği de, duygu bütünlüğü de bozulmuştur. Ben sana geldim, sende bana gel; ben sana taktım, sende tak; ben seni alkışladım, sende alkışla. Beni seviyor musun? Evet! Öyleyse bende seni seviyorum! Ne hazin…

Hiçbir ulus içine kapanarak, öğretileri, ilerleyen uygarlıkları yok sayarak ilerleyemez. Sadece taklit edip, bol bol ahkâm keser! En önemli gereksinimlerimizden birisi de eğlencelerdir.

Çocuklarımızı taşıyamayacakları yüklerin altına atarken, nasıl bir hata yaptığımızın farkına varıyoruz varmasına ama çok geç! Yamulmuş bedenler, gençliklerini bilmeden yaşlanan sessiz ruhlara dönüşüyorlar…

 Eğlenmeyerek büyüyen bir mühendistin, doktorun, avukatın, öğretmenin, imamın; büyük sevgilere idealistçe yelken açması mümkün müdür? Ona öğretilen en önemli bilgiler; nöronlarının işlediği gerçek hedef; bir an önce şatolarına ulaşmaktır. Korkulu şatolar; her zaman küçük sevimli bir kulübeden daha sevimizdirler…

 Yaz eğlenceleri her yerde başladı. Okular kapanırken öğretmen ve öğrencilerin birbirine karışmış telaşları, coşkuları yettiğim miktarda değerlendirmeye, izlemeye çalışıyorum. 24 saat içinde iki eğlencenin tam merkezinde; yani kalbinin attığı, kalbin damarlara taze kan pompaladığı yerlerdeydim.

 Birinci yaz eğlencesi Tekirdağ şehrimin en bildik, en meşhur okulunda; Süleyman Paşa İlköğretim Okulunda gerçekleşti. Her şey güzeldi; harcanan emekler, kostümler, figürler, coşkular ve alın terleri. Yığınlar; birbiri üstüne yığılmış insanların aceleciliği, sadece fotoğraf çekme açlığımız; kendi çocuğumuzun var olduğunu düşündüğümüz ama diğer çocukların da var olduğu eğlence mekânlarını bir türlü kullanamıyoruz. Telaşımız, karışıklığımız; bin dereden su getirmeye çalıştığımız gürültülü-patırtılı eğlencelerimizde bir şeyler eksik!

 Gecenin, yaz eğlencesinin ilerleyen saatlerinde 8. sınıf öğrencisi birincilik ödülünü alırken, bir de konuşma yaptı. Arkadaşlarına şöyle seslendi, “ Arkadaşlar, ben derslerime önem verdim. Çok çalıştım; evet! Ama aynı önemi eğlenceye de, spora da verdim. Lütfen, yaşamınızı eğlence ile de, spor ile de doldurun” Derken, içim sızladı. Eğlencenin avarelerin işi olduğuna, sporun da derslere çalışmayı engellediğine inanmışız bir kere…

Mezunlar, keplerini atarken, Ana Sınıfı ve 1 ve 2. sınıf öğrencileri de büyüklerin yığınla yığılmalarının eşliğinde çok güzel gösteriler yaptılar.

 Geceden sonraki günde ikinci yaz eğlencesini de İngiliz Konsolosluğunda yaşadım. Görkemli taş binanın yemyeşil bahçesi halı keyfinde çimenlerle kaplıydı. Çimenleri çevreleyen koruluk, gizemli ve bereketli bir orman görüntüsü içindeydi. Küçük ağaçların yanında, heybetli ağaçlar okulun taş mimarisi kadar yaşlı ve değerliydiler.

 Ne gereksiz konuşmalar, ne birbirinin üstüne binmiş insanlar vardı; taş binanın geniş çimenli bahçesinde. Çiçekleri koparan da, su gibi biranın yudumlandığı günde şımarıklık yapan da yoktu. Yağmur yağıyordu sağanağın hatırına sık sık; ama yağmurdan kaçan, korkan; beyin nöronlarının kara bulutlarına kapılıp eğlenceyi terk eden yoktu. Sağanak yağmurun şeffaf şemsiyeleri birkaç dakikalığına açılıp tekrar kapanırken; müzik, yeteri kadar ahenkli, oynayan insanlar yeteri kadar oyun bilgisi içinde; hiç kimse kimsenin ayakları üstünde tepinmiyordu.

 Geniş havlunun her tarafı bir başka mutluluğu çocuklar adına yaşatıyor, yüceltiyordu. Çocuklar, büyüklerin yanında mutsuz değillerdi. Top oynuyorlar, ağaca tırmanıp, güreş yapıyorlar… Çocuklar sevgi ve huzur doluydu; çünkü onların elinden tutmuş, onların hemen yanında olan büyükler de ayın dolulukta taşmanın da, dinginliğinde önemini ön bahçede yaşıyorlardı.

 Bir arkadaşıma bizim eğlencelerimiz, bizim ölüm törenlerimiz niye bu kadar yapaylaştı ve bizi mutlu etmiyor, yüceltmiyor, diyerek dert yandım. Her şeyi yasaklayıp, uydurma ahlakçılığımızın bir türlü yenilenme yarışında üreten, yücelten, çoğaltan birinciliklere ulaşamaması düşündürücüdür!

 Her yüzyılda ayranlık duyacağımız batılıların değerlerini uydurma yapaylıklar ile bedenlerimize yama yaparak yapıştırmaya çalışmışız. Geçtikleri süreci, yaşam koşullarını, eğitimlerini, felsefe ve sanatla yoğruluşlarını hesaba-kitaba katmadan…

 Nöronlarımızı besleyip güçlendirmeden, bedenlerimizin taşıyacağı yük bu kadardır; bolca tüketim, bolca işsizlik, bolca trafik kazaları ve cinayetler… Eğlence, kültürleşmediyse, mimari başkanların yamuk düşüncelerinde yükseliyorsa; bu kadar kusur da olsun artık…

Güven Serin

4 yorum:

ÇOBAN YILDIZI dedi ki...

GÜZEL FOTOĞRAFLAR EŞLİĞİNDE GEÇİRDİĞİNİZ GÜZEL GÜNE BİZİ DE ORTAK ETTİN, NE MUTLU :))

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Zühre. Teşekkürler efendim; mutluluğu çoğaltmışım; ne mutlu:))

Türk, Övün, Çalış, Güven... :))

nihansu dedi ki...

Yaşamın renklerini kaçırmadan ve çocukluğun da hakkını vererek günü geçirmeli. Şimdiki çocuklar için üzülüyorum.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Nihan. "yaşam renklerini kaçırmadan" yaşam treni yaşlanma ile birlikte yaşamsızlığın etkileri ile beden ve ruhumuz bükülmeden...

Bende üzülüyorum Nihan...