8 Aralık 2010 Çarşamba

DEMOKRASİ DEĞİL, MERHAMET

Kamera ; Güven Tekirdağ Civarları
Sıkıştırılmışlığın güzel tepeleri. Patlamışlığın
özgür diyarları; çam, ot, çiçek ve düşünce
kokuları ile çeker beni ; çeker dıştan içe
doğru...

Kamera; Güven  Tekirdağ Civarları
İnsan hiç ıssızlığın ortasında ki kayalara, o
kayalarda pinekleyen martılara imrenir, onlar
gibi olmak; yalnızlığın düşlerini çılgın ve
gururlu insanlara inat, kurmak ister mi?

Kamera ; Güven 
Orman ve tepe, denize süzülmüş öylesine.
Milyonluk sırdaşlığı birlikte yapmışlar. Milyon yaşındaki
yaşam ve ölüm kavgası sanılan döngünün harika
sürecine birlikte tanıklık etmişler...
Ey yaşam; yaşamak,sen ne büyük bir aşksın...

DEMOKRASİ DEĞİL, MERHAMET


 Doğanın doğal haykırışlarını (depremler) hayvanlar bizden çok daha önce hissederler. Hisleri, algıları oldukça gelişmiştir. Nasıl ki tabiatın yedi kat altında yetmiş yedi ayrı sorun oluyorsa ulusları oluşturan toplumların da yetmiş yedi ayrı sorunu vardır. Günlük koşturmanın uykulu telaşına kapılmış olan bizler aydınlarımızın hissettiği toplumsal haykırışları bu yüzden hissetmeyiz, algılamayız.

 Bir toplumun aydınları ne kadar fazlaysa; o toplumun toplumsal çığlıkları o kadar çok algılanır ve dillendirilir. Aydınlar her kesimden olabilirler. Kendini yetiştirmiş bir çiftçi de, evraklar arasında boğulmadan kalabilen avukatta, ilaçların sarhoş edici etkilerinden sapa sağlam kalmış doktor da, yazının büyülü yolculuğunda yorgun düşmüş yazar, şair de, öğretilerin bilgeliğine adanmış öğretmen de AYDIN olabilir. Aydın olup ışık vermeye başlanıldı mı geri dönmek olmaz! İnsan istese de bunu yapamaz. Çevresini aydınlatacak durumda olup da aydınlatmayana “aydın” denilmez. Aydınlatabileceği halde aydınlatma başarısı gösteremeyip, ışığının etkisini evrenin karanlık noktalarında kaybeden aydınlarsa; ölmeyi şerefli bir hak olarak görürler.

 Bu ülke insanına yapılabilecek en büyük aydınlık; Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmakla yapılmış. O zamanın aydınları; Mustafa Kemal’in arzularını İsmet İnönü’nün desteği, Hasan Âli Yücelin ve İsmail Hakkı Tonguç’un büyük katkılarıyla aydınlanmaya çevirmişler. Neredeyse 40 köyde 35 bininde ilkokul yok. Okuryazarlık ülke genelinde yok gibi bir şey! Aydınlamanın ilk adımı okumak-öğrenmek ile başlar. İşte bu yüzdendir okullu olan gençlerimizin sık sık karmaşık, kirli ve hengâmeli bilgiler ile meşgul edilmeleri. İşte bu yüzdendir, sanata, tarihe, felsefeye korku ile yaklaşmaları; karanlığı seven soylu bedenlerin…

 Nasıl ki doğanın haykırışını çok hassas algılara sahip güzel hayvanlar hissediyorsa, toplumun sancılarını, fokurdamalarını da aydınları hisseder. Alev Alatlı da böyle büyük bir sancı hissetmiş ki Gogol’un İzinde, Aydınlanma Değil, Merhamet kitabını yayınlamıştır. Aydın, zor zamanı iyi hisseder. Aydın toplumun yedi kat altından gelen çığlıkları da duyar. Aydının duyargaları öyle yüksektir ki eli kolu bağlanırsa, çıldırma noktasına gelir.

 Bende değerli yazarımızın kitabından, kitap isminden etkilenmiş ve ışığımı almış olarak bu çalışmanın sancılarını duyarak yapıyorum. İnsan sadece “aşk” sancıları çekmez. İnsan, evrensel algının, ulusal sorumluluğun vatandaşlık acılarını da çeker.

 Bir başka aydınımız sayın başbakanımız da İmam Hatipler Kurultayında iç dünyası ile ruhunun tüm algıladıklarını, hissettiklerini haykırdı. Aydın olan, içindeki ışığı sürekli dışa vurur. Başbakanımız da öyle yaptı. İmam Hatip Liselilerin nasıl ezildiğini, nasıl bir zavallılık içinden ağlayarak buralara geldiklerini onurlu heyecanla anlattı. Başbakan Erdoğan konuşmasına şöyle devam etti; “ Bizler karanlık günlerden geçtik. O karanlık günler için birer mum yaktık. Allaha Şükür bu günlere geldik. Ezanımız bile Türkçe okunuyordu.”

 Türkiye’yi aydınlatmak için göreve gelen başbakanımız Türkçe okutulan ezanın da hesabını tutuyor. Ranzalar arasında ağlamaların da hesabı tutuluyor… Bu güzel aydınlığı içimi ferahlattı dersem kocaman bir yalan olur…

 Tam bilgi, tam bir enerji deposu haline gelmiş aydınımız Alev Alatlı, inanılmaz bir koşu, inanılmaz bir irdeleme ile Rusya ile Türkiye arasındaki benzerliklere, benzeyecek olan olaylara dikkat çekiyor.

 Alev Alatlı’nın kitabındaki kahramanlarından birisi de Prens Aleksi. Prens Aleksi Rusya’nın aydınlarından birisi! Algıları o kadar çok gelişmiş ki o da ondan önceki yüzlerce aydın gibi intihar ediyor. Tıpkı Gogol gibi, toplumuna faydalı olamadığını düşündüğü için ölümü seçiyor.

 Aleksi Rus Staroveri mezhebi geleneklerine göre kendisini ateşe atarak intihar ediyor.

 Aydınlanma Değil, Merhamet kitabındaki kahramanımız Aleksi, bir aydın olarak toplumuna sesleniyor;

“ Bizim hikâyemiz, kazanımların üst üste bindiği bir evrimle değil, beklenmeyen patlamaların hikâyesidir. Rusya da beklenmedik ihanetlerin arasında aşk, mükemmeliyet, ahlak, kâr, çöllerin üstünde ara ara parlayan muazzam ateşler gibidirler. Ama ne zaman ki, başımızın göğe ermek üzere olduğunu hissederiz, o zaman biz Rusları bir korku sarar. Kendimizi düşüp parçalamak üzere bırakır, hiç yükselmemiş gibi oluruz. Böylece muhteşem zaferlerimizden geride sorumluluğunu kadere yüklediğimiz bir enkaz kalır.”

 Prens Aleksi bir aydın, bir yurtsever olarak haykırıyor. Ve haykırışının işe yaramadığını görünce de gözünü kırpmadan ateşe yürüyor.

 Alev Alatlı bu esere ulaşmak için günlerce, aylarca belki de yıllarca uykusuz kaldı. Niçin? Çok fazla para kazanıp diğer ülkelerde gizli hesaplar açmak için mi? Değil! Aydın, ölümlü bedenin maddi kalıcılığı olmadığını bilir. Aydının ilk öğrendiği şey, maddiyatın esiri olmamaktır…

 Bu kitabı bir değil, birkaç kez okumalı. Rusya’nın acılarını, sancılarını, patlamalarını ve aydınlarının kendi kendilerinin katledişlerini biraz anlarsanız; bizim aydınımızın da nerede olduğunu, bizim için çok az kişinin ölecek oluşunu da anlar, kendi kader yolculuğumuzun nasıl badirelerden geçeceğini de algılamış oluruz.

 Şimdi şu anda yaşadığımız bu güzel ülkede neredeyse tüm aydınlar gizlenmekle meşguldür. Yerin yetmiş yedi kat altındaki fokurdamaları hisseden aydınlar; kitapla, resimle, şiirle, sinemayla sesleniyor. Fakat kirli gürültüler o kadar çok ki; demokrasi, insanlık, diye bağıran aydınlar duyulmuyor bile…

 Şimdi demokrasi zamanı değil, icraların kapattığı, yok ettiği ocakların ele geçirilmesi, kalanlar için birkaç çuval kömür ve birkaç çuval un dağıtılması zamanı; MERHAMET zamanı…

Güven









2 yorum:

Adsız dedi ki...

Merhaba Güven..Ben bir kaç yazardan başka aydın göremiyorum.
Belki bu konuda en son yorum yapan kişi olmalıyım ama baktım yer bol meydan benim dedim..
Vatanı için can vermek değil,geleceği düşünerek bile
beyin yetiştirecek aydın göremiyorum. İlk önce menfaatler her şeyden önde geldiği rahat yaşam
isteği önde geldiği sürece. Mum ışığı gibi dibini aydınlatmıyan aydınlar olduğu sürece Rus aydınlarıyla kıyaslıyacağım hiç kimse yok..Ben sade bir halk olarak örnek vereceğim deprem uzmanlarımız içi halkın güvenliği değil de onlardan nasıl para kazanırız diye bürolar açanlar..
En basit örnek..Bu vatan da ne kendini ateşe atacak vatan sever aydın..Ne de başarılı olamadığı için harakiri yapacak ne siyasetci
bulunacağını sanmıyorum..Bir savaş olsa ne olur halimiz bilemiyorum..
Yetişen beyinlerimizde avrupa sevdasın da..Ne yazık demekten başka bir şey gelmiyor elimden..
Onurunu bile bir çuval kömür için eziyorsa ve bunu yapanlar
devletin maaşlı memurlarıysa beni
daha çok üzüyor..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ege.Merhaba soylu suskun ülkem. Merhaba indirimlerin büyük kalabalıkları... Evleimizden önce beynimizi doldurmaya çalışıp,beynin evden çok daha önemli olduğunu anlasaydık eğer...

Merhaba demokrasi, merhaba sakıncalı öğrencim,bildiğini unutmuş aydınım. Merhaba; güzellik, sevgi,aşk; merhaba...