3 Aralık 2010 Cuma

ANILAR (MİM)

Ülkenin batı ucunda;Meriç nehrinin Egeye döküldüğü
yerde bir adam yaşadı; Yusuf Serin,geldi geçti
bu diyarlardan. Tıpkı suları taşan,etarfa millerini
bırakıp da çekilen Meriç Nehri gibi;geldi geçti ve
olması gereken asıl yerine gitti.


Güzel bir sesi,parmaklarının birçoğunda yeteneği vardı.
Sesine türküler yakışırdı. Umut,herşeyden önce
güven verirdi yakınında bulunan herhangi bir canlıya.
Evimizin köpeği bile farklı sevgi gösterirdi bu
inanmış insana. Herşeyini verdi de gözleri
açık gitmedi bu adamın...


Kamera; Güven  Paşaköy-İpsala
Birini(Ahmet Amca) doğduğumda yanıbaşımda gördüm. Zekası ile
espirileri, Türksanat müziği seslenişiyle sevdim onu.
Diğerini(İsmail Ağabey) Tekirdağ diyarında tanıdım ve hiç bırakmadım.
Her eve lazım olan canlılardandır ikisi de;her eve
lazım olan soylu,vefalı insanlardandırlar...


ANILAR(MİM)

 Bendeniz ne kadar kaçtıysam mimlenmekten de o kadar kurtulamadım:)) Mazeretlerim birbirini izledi. Ama buraya kadarmış. Bir güz zamanıydı okul dönüş yolunda bekliyorlardı beni. Ahmet Amca ve Fevzi Dayı! İkisi de güz zamanını bulutlu havası gibi "gri" bakıyorlardı bana. Bakışları donmuş gibiydi. Öğle yemeği için yurt binasına gelmiştim. Birlikte köfteciye gidelim dediler. Peki dedim. İçimdeki ses; yolun sonuna gelmiş olduğumun fısıltısını yapıyordu. Dayım ve amcam buradaydı ama babam yoktu. Yok, oluşun haberi böyle veriliyor diye düşündüm. Donuk bakışlı suskun adamlarla birlikte köfteciye gittik.

 Sımsıcak köfteler aç bedenime yeme izni vermiyormuşçasına ağzıma aldığım her yudum boğazımda kalıyordu. Ne söyleyeceklerse söylesinler diye bekliyordum. Fevzi Dayı da ağzına aldığı her yudumu yutamıyor, boğulacak gibi oluyordu. En sonunda Ahmet Amca tüm cesaretini toplayıp; “Güven, babanı aldılar.” dedi. Nasıl sevindim bilemesiniz… Babamı almışlardı. Babam henüz ölmemiş, yaşıyordu.

 Ahmet Amcanın evinin camları bizim bahçeye bakıyordu. O sabah, askerler gelmiş ve babamı götürmüşlerdi. Bizim evin bahçesi askerlerin kuşatmasına alışıktı. Küçüklüğümün anılarında da askerlerin evimize gelip, odalarda güya yasak yayın arayışlarına tanık olmuştum. Nedense, bu zorluklar, bu baskınlar beni en haylaz halimle, en çocuk kalmaya zorluyordu. Nasıl olsa hayatın geri kalanında harika zorluklar, soylu trajediler olacaktı…

 Ahmet Amca; “babanı aldılar” dediği an, ağlamaya başladı. O soğukkanlı cesur adam ağlıyordu. Benim de ağlayacağımı, bu durumu kabullenemeyeceğimi sanmışlar. Okulu bırakıp, isyanların en soylusunu yapacağımı sanmışlar! Durun, dedim. Durun! Ben bunu bekliyordum zaten. 1980 ihtilalinden sonra birer ikişer toplamışlardı zaten. Şimdi sıra babama gelmişti. Bir güz sabahı gelip evinden alıp götürmüşler babamı. Nereye gittiği belli değil. Sonradan öğrendik, ilkönce Edirne’ye, sona Selimiye Kışlasına getirilmiş. Sonradan; yıllar sonra öğrendim ki, “komünist” diye suçlanan insanlar, babalarımız, ağabeylerimiz; kötü adamlardır diye en güzel işkenceler ile onurlandırılmışlar; en güzel… En soylu… En özel…

 O gün, bana morale gelen Ahmet Amca ile Fevzi Dayıya ben moral olmuştum. Kendi çocuksu felsefem ile satranç oyununu görmüş, piyonları ağır ağır yerinden kaldırıp, şahı korumaya almıştım. Atlarım, kalelerim ve fillerim; vezirden aldığı emirleri haylaz felsefemin çocuksu duyguları ile uyguluyordu.

 Bir güz zamanı kaybolan babam, en ağır işkenceler içinde karanlık odalarda tutulurken, dışarıdaki en ağır işkenceyi annem görüyordu. Kendi açmazı ile bir dama oyunu bile bilmezken, masalların, destanların alışıldık yanık türküsünü söylüyordu. Ve ben, daha küçük haylaz ben; kendi iç oyunumu oynamaya devam ediyordum. Bir kahramanın dostu, arkadaşı gibi İpsala, Paşaköy sınırlarına gidiyor, insancıkların benden nasıl kaçtığını gözlüyordum. Korkuyordu insanlar! İçeri alınıp güzel bedenlerini kaybetmekten korkuyordu. Ruhları, duyguları olan bu insanlar; bir gün öleceklerini biliyordular ama zamansız ölmek işlerine gelmiyordu.

 Babamın ışığı nasıl çakmıştı bilinmez. Onların gözlerini kamaştırmış, belli ki TEHLİKELİ bulunmuştu. Babam gibi bir sürü insan… Bir sürü vatansever… Kurduğum empati sayesinde o insanların hiçbirinin ölümü düşünüp korku çığlıkları atmadığı üzerineydi… Onlar, işkence görürken bile vatansever duygularını besleyip yüceltiyorlardı. Bende öyle yaptım. Korkunun güzel hatırına benden kaçanlara, tebessüm ederek selam verdim. İçimdeki dereler öyle güzel akıyordu ki insanlaşmak budur; böyle olmalı, diyordum. Acılar, özlemler, kaybedişler; vatan sevgisinden daha önemli değildir diye düşündüm. Ben dışarıda, babam içerideydi. Bilinmeyen bir yerde, bildik insanların iğrenç bakışlarında ıslah edilmeye çalışılıyordu. Bazen soğuk sularla, bazen yumruklarla, bazen de küfürlerle. Ben dışarıda, baba mirasını yiyen bir kahraman gibi boy gösteriyordum.

 Ve bir güz zamanı kaybolan babam, bir kış zamanı çıktı geldi Tekirdağ’a. Gülüyordu. Savaşını kazanmış bir komutan gibi gülüyordu. Bedeninden kaybettiği, maneviyatından bir şeylerin eksildiği belliydi ama onlar kendi insani savaşını kazanmıştı. Hiç bir şey olsalardı, hiçbir tepkinin, hiçbir inanmanın insanı olsalardı; asıl o zaman ölürler, o zaman acı çekerdi o insanlar…

 Gülümsüyordu babam. Bir kış güneşi gibi az bir süreliğine gülümsüyor, evladına kavuşmanın güzel duygularıyla yola devam edeceğinin görüntüsünü veriyordu.

 Kaç insan babasının askerden dönüşünü gülümsemeyle hatırlar? Kaç insan, babasının Selimiye Kışlasından gelişini bir kış zamanı olsa da yine sıcak bir gülüşle hatırlar? Kaç insan? …

 Anılar vardır, içi ferahlatır; dinleyenlere yürek hoplatır. Anılar vardır, anlattıkça tarlanın bereketi gibi çoğalır. Anılar vardır; gerçeğin en gerçeği ile soğuk kış ayazının kamçısıyla yüzünüze çarpar. Siz, soğuğun erdemine, soğuğun kendine getirişine hiçbir akademik öğretileri almadan, yaratılışın insan hatırına gülümsersiniz…
 Güven

 Not; Bendeniz kimseye mim koymaya kıyamadım:))







8 yorum:

Dalgaları Aşmak dedi ki...

O güzel babaya selam ediyorum...
Ve çok teşekkürler paylaştığınız için.


NOT: o dip nota alınsam mı alınmasam mı :))

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler Dalgaları Aşmak; teşekkürler sana. Bu anıyı hatıralar deposunda saklanmış gizlenmiş bu yaşanmışlığı kaleme alma şansı verdin bana.

Dip nota alınmayın lütfen:)) Anılarını yazmak isteyen diğer arkadaşları heyecan ile bekleyeceğim de kesin.

Selma Er dedi ki...

meğer yüreğinizde ne onurlu yaralar,acılar varmış..çok duygulandım..bütün bunlar sizi bugünkü sağlam kişilikli,onurlu,alçakgönüllü,dünya insanı GÜVEN yapmış..sevgiler..birgün tanışmak dileği ile..

bilge dedi ki...

bende hatıraları olan ve sizin için değerli olan eşya diye anladım mimi..
hay allah gittikçe yaşlanıyormuyum ne yanlışmı anlıyorum)))))
babanıza ve babanızın yetiştirdiği kocaman yürekli arkadaşıma selam olsun diyorum..dostlukla..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Selma Hanım. Yüreğimdeki onrulu yaralar sözünüze tüm yüreğimle katılıyorum. Eski zamanların savaşçıları yüzlerindeki yaraları onurla taşırlarmış. Benimkisi de öyle bir onura dönüştü. Çünkü...

Saygılar diliyorum size.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Bilge Hanım. Kıkır kıkır gülmek geldi içimden:)) Acaba mim olayını ben mi yanlış anladım diye :)) Hani bir şarkı vardı eskilerden; "eğri eğri, doğru doğru, benim eğrim bana doğru" diye. Valahi Dalgaları Aşmak,bir mim koymuş bende böyle algılayım ya bismillah deyip yazmışam. Bir suçlu varsa Dalgaları Aşmaktır bunun suçlusu:))

İçten dostluğun selamını getiren arkadaşıma selam ederim bende.

Momentos dedi ki...

Müthiş !!..

Tek kelimeyle insanın kendini bu kadar açık ama bir o kadar da her kelimenin bir sürü odacığa açıldığı bir anlatımla ifade etmesi, cidden müthiş geldi... bir sürü yere ittim geldim, dolandım durdum.

Yüreği kocaman insanlara selam olsun !..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Yüreği sanat,felsefe ve merhamet ile çarpan insana; teşekkürü borç biliyorum...