MAL CANIN
YONGASIDIR
Destansı öykülerin içinde de işlenir; mal-mülke bağlılığın bin bir türlü halleri ve karakterleri… Hatta bazı insanlar için mal denen yüce nesneler, canından bile kıymetlidir…
Nasıl ifade ederler:
—Malımı alacağına canımı al,
canımı iste daha iyi…
O yüzden siz siz olun, malını-mülkünü helal kazançla edinmiş olanlardan ve ölesiye mallarına bağlı olanlardan, borç bir şeyler istemeyin! Sevdiğiniz o insanın boşu boşuna uykularını kaçırır, belki de zamansız hastalanmasına sebep olur, sonradan “Keşke” zavallı sözcüğüne sığınıp durursunuz…
Son gezilerimizden olan Naip Kale yolculuğumuzda sırt çantamın askılığı bir değil iki kez koptu. Yağmurdan sonraki gün çıkmış olduğumuz tarla yollarındaki sarı çamur öyle bir ağırlık yaptı, öyle bir zorladı ki, en sonunda düze çıktığımız yerdeki badem ağaçları altında dinlenmek için durduk. Yürüyüşe devam edeceğimiz vakit, çantamın askılığı kopunca, hünerli Yunus Usta, her zaman yanında taşıdığı ip ve tellerin yardımıyla tamir etti. Tam sırtıma aldığım vakit yine koptu. Bu sefer başka yerinden...
O vakit anladım; sırt çantam, Naip Kalesi yolculuğuna veda etmek için gelmişti. Daha sağlam tamirden sonra yola koyulmadan önce sırt çantamı altında dinlendiğimiz badem ağacındaki dala asıp uzun uzun seyrettim…
Çantamın artık dayanacak hali yoktu. O zaman hatırlamaya çalıştım:
—Yıllardır benimle gittiğim
her şehre, her köye, kasabaya, dağa, ormana, vadiye inip çıkan çantamı nereden
aldım düşüncesini. Kadıköy çantacılarını uzun uzun gezmiş, Sait Faik’in
izlerini sürmek için Burgazada’ya gideceğim vakit,2012 yılında birbirimizi
selamlamış ve bir daha neredeyse sırtımdan hiç inmemişti…
Tekirdağ’ın, Kırklareli’nin, İzmir’in, Muğla’nın, Antalya’nın, Eskişehir’in, Afyon’un, Çanakkale’nin, Tiflis’in, Kars’ın, Makedonya’nın, Kosova’nın dağlarında, tepelerinde, ovalarında, vadilerinde hep birlikte yıllarca ayrılmadan yaşamıştık.
Ya şimdi? O artık emekli olmak istedi ve kabul edildi. Canın yongası olmaktan öte, zihnimin bir parçası, yaşanan dönüşümün en yakın şahitliğini yaptı…
Öyle bir bağ ki, kendisi küçük olsa bile, içinde bir yerde gün içinde lazım olacak her şeyimi taşımıştı. Antalya Musa Dağı tırmanışında, Olimpos Dağı inişinde, her molada, içindeki sularıyla, yiyecekleriyle, kitapları, not kâğıtları, fotoğraf makinesi, çakı, çatalıyla her daim kendi gönüllü sofrasını önüme sermişti.
Kendisini badem ağacına asıp son bir hatıra fotoğrafı çekerken, Yunus Usta da onun ardından kendince yarı şaka, yarı ciddi bir dua okumak istemiş ve okumuştur.
Alışmak denen şey böyle bir şey. Zihnimizin derinliği, o mucizevî nöronlar mutlu ve hüzünlü anların yüklerini, deneyimlerini alırken, o yükleri hiç şikâyet etmeden kendi kalbine gömen, kendi içine atan bir yerde cansız görünen bir nesne ile artık maddi hiçbir değeri olmayan bir eşya ile kurulan bir gönüllü bir köprüdürler…
Duygusal olur ayrılıklar. Hele birbirinden şikâyet etmeden, sürekli el verip, birbirini sırtlarda taşıyıp kalbiyle onayladığı vakitlerin ayrılığı, kendi içinde bir oyundan çok öte bir yaşam iksiri gibidir. Var oluşun, yok oluşa gidişi, bir yerde ömürlerin tükeniş serüveni böyle; büyük, küçük ayrılıklarla doludur…
Mal canın yongasıdır ama mal zihnin bir parçası olursa ardından el sallamanın derinliği: Edebi-sanatsal bir şiirin, öykünün, destansı bir müziğin içe yansıyan ışıltısı, kıpırtısı ve çok değerli bir esin kaynağıdır…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder