İNSAN ve MEKÂN BULUŞMALARI
“Kentler bir yuva ise, mekânlar da sığınılacak, öyküler yazılacak yerlerdir.” Sözünü nerede okudum, hangi yazarın veya filozofun bilemiyorum. Buna benzer bir sözdü, mekânı dile getiren anlatıcı gözünde…
Bir hafta önce genç öğretmenimizin ölümü nedeniyle ertelenen buluşmamız 11 Şubat günü öğle vakti, Atatürk Mahallesi sınırları içinde olan mekâna, Hürriyet Mahallesi Muhtarı Emin Dırak’ın davetine katıldık.
Gitmeden, atölyeden çıkmadan önce şu düşünce geçti aklımdan; “ Buluşmaları tetikleyen, insanı çağıran, mekân ve insan ile bağ kuran etkenlerin başında zihin ve kültürün gücünün baskın gelmesi ne hoş…” Bu güç, kaba ve yozlaşmış diyalogları alt ediyorsa, mekân ile insan arasında kurulan bağların, tadı -tuzu olduğu gibi, kentlilik bilincine, kültürüne de hizmet etmeye, kendi yatağında akmaya başlayan nehirler gibi geçtiği, dokunduğu yerlere bereket taşımaya başlıyor…
Ercan Duygu’dan gelen telefon aynı neşeli ses tonuyla, Ertuğrul Mahallesi sınırları içindeki köşede beklememi, birazdan aracıyla oradan geçerken beni alacağını bildirdi.
—Hazırım Ercan Hocam, diyerek
o küçük ana birkaç espri de sığdırdık. Ercan Duygu’nun olduğu yerde, nasıl ki insanın,
canlıların olduğu yerde hava, su olması gerekirse daima seviyeli espriler,
şakalar, öyküler vardır…
Mekâna geldiğimizde Emin Dırak, Emin Öğretmen gelmişti. Kendiliğinden, araçta devam eden sohbetin devamı- akışı başladı. Konumuz Tekirdağ’ın eski hanları, o dünyaların öykülerle dolu hanları, hamamları, kömür, hayvan pazarları, bir çırpıda Ümit Başyazgan’gelene ve o geldikten sonra da dokunduğumuz konulardı. Yetmeyen zamanın, yudumluk sohbetleri, mekân ile insanın en birleştirici gizemlerinden birisidir.
Tatlı başlayan sohbet, huzur içinde olan mekânın yemek tatlarına da yansımış hallerini; yudumlarımızda, içtiğimiz çayda, en az mekânın özenerek ortaya çıkarttığı ürünler kadar biz de bu ürünlere katkı sunduk. Teşekkür ettik, zihnin gücünü; kültürel ve sosyal dünyalara adanmış bedenleri taşıdığımız için…
Emin Dırak Muhtarımla konuştuğumuz konulardan birisi, şahsi sorum; “ Gençleri nasıl görüyor ve buluyorsun?”
—Çoğunun gelip geçerken selam
dahi vermekte zorlanıyor. Cevabı, öğretmen içtenliğiyle verdi.
Hepimizin tanık olduğumuz ama yarınları
onlara emanet bırakacağız diye geçmiş kuşakların dilinde tüy bittiği halde,
bazı gençler şöyle soruyor olabilir:
—Hangi yarınlar? Bizlerin yarınları başka ülkelerde!
Tam olarak bu işin hakkını vermek için sosyolog, filozof ve Köy Enstitüsü içinde yoğrulmuş bir felsefe ve zihnine hükmeden iradeye sahip olmak gerektiğini düşünmeden edemiyorum…
Ercan Duygu’ya;
—Emeklilik nasıl gidiyor?
Canın sıkılıyor mu çoğunluk gibi? Sorusuna alacağım cevabı önceden bilsem de
yine sordum ve cevabımı aldım;
—Canımın sıkılmasına zaman
yetmiyor Güven Bey. Bahçe, kır dünyası, araştırmalarım, aile içindeki huzurlu
birlikteliğim; bana zaman yetmiyor. Sıkılmaya ise hiç vakit kalmıyor…
Aynı soruyu Ümit Başyazgan’a sordum. Hep aynı cevap… Gördüm ki, araştıran, merak eden, öğretmenliği sadece memur olarak benimsemeyip, yurttaşlık bilincini üst seviyelere taşıyan insanların emekliliği olmuyor. Onların sıkılmaya zamanları olmuyor. Her daim, yaşadıkları kenti, otelin çok üstüne görüp; bir yuvaya hizmet eden neferler olarak çalışıyorlar. Adeta koşuyorlar…
Mekân ile insan arasında kurulan birlikteliklerin şanslı tarafında olan benim… Bir ömrü dopdolu geçiren; “ Artık yeter” demeyen insanların heyecanına, dostluklarına, arkadaşlıklarına ve anılarına şahitlik etmek, katılmak; mekâna akan enerjiyle ruhunu yıkamak; şanstan öte bir onur değil de nedir dostlarım?
Emin DIRAK Muhtarıma ve Öğretmenime; TEŞEKKÜRLERİMLE…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder