Bir zamanlar; KARAGÖZ DERGİSİ
TAŞIYANLAR ve SIRTTA, TAŞINANLAR
( Çorbacılar Hep Sırtımızda Mı Olacak?)
Sayın okuyucu, değerli iz sürücü, sizi
günümüzden yaklaşık 150 yıl önceye, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarına
ve o günün korkunç baskıları altında zar-zor çıkan mizah dergilerimizden
birindeki iğnelemeye, kronik yaralarımızın, hastalıklarımızın devam edip etmediğini,
sizlerin görüşlerine bırakarak paylaşacağım.
Osmanlı zamanında genelde yabancılara
“Çorbacı” deniyor. Mizah dergisinde yağan yağmurdan sonra taşan caddeler,
sokakları anlatan, bir hamal, sırtına aldığı şapkalı bir yabancıyı karşıdan
karşıya geçiriyor. Yani iyi giyimli, ülkemizin sırtından geçinen, bugün de çok
şeylerin değişmediği, halkımızın sırtından inmeyen bir kurnaz batılı yabancı
sırtta taşınıyor. Öteki şapkalı yabancı da sırasını bekliyor. Hamal diğerini
karşıya geçirir geçirmez geri dönecek.
Hamal yolun yarısına gelince, sırtında
taşıdığı yabancıya sesleniyor:
—İşte böyle Çorbacı… Seninle
pazarlığımız buraya kadardı. Ya yirmi para daha verirsin, ya da burada in…
Sonra kaşkariko-hile, oyun istemem!
Kendisini sırtında taşıyan yabancı-Çorbacı
karşılık vermiyor ama kendi kendine söyleniyor:
-Ziyanı yok…Ben senden nasıl
olsa o yirmi para farkı faiz olarak alırım!...
Bu tartışmaları izleyen Karagöz, sahilden
seslenir:
—Çorbacı… İnsafsızlık etme…
Sen onu az mı yarı yolda bıraktın? Sen onun karada da, denizde de, her yerde
sırtındasın zaten… Haydi, haydi, davran da yirmilik ver… Dönüp dolaşıp yine
senin cebine girecek!
Daha Cumhuriyet kurulmamış, Kurtuluş Savaşı
verilmemiş ama uyanan Milli duygular ve felsefeyi, mizahın hünerli ve keskin
iradesiyle anlamak, şimdi için için duygulanmamak ve:
—Ne değişti ki; yine
Çorbacılar bizim halkımızın sırtından aşağıya inmiyor ki! Demeden edemiyor
insan…
Batının felsefesindeki o kurnazlığı, bizi
bize düşüren ve yalnız, yaşlı ve hasta adam kılığına sokan gerçek yaşamdan uzak
kalışı, sadece bir dahi ve ona inanmış arkadaşları yıkmayı başardılar. O
yüzdendir ki, Çorbacıların göz diktiği bizim gibi zengin ve insanı çok uysal,
insancıl olan ülkelerin Kurtuluş Savaşı vermesini, uyanışını bir türlü kabul
edemiyorlar.
Yüzyıllardır birilerinin sırtına, sırtlarına
binmeyi öyle alışmışlar ki, bildik insan zaaflarını, psikolojisini ve
ihtiyaçlarını öyle iyi çözmüşler ki, en hakiki zihin, irade, eğitim, görgü ve
sağlam kalpli insanlarımızı bile bir şekilde, farklı ödüllerle kendi ülkelerine,
milletlerine hizmet etmeye ant içmeyi gönüllü ve albenili moda hale
getiriyorlar…
Bu yüzdendir ki, hareketin içinde kalmak;
zihin sporuyla birlikte kurucumuz, kurtarıcımız olan dâhinin merak ettiği sanata,
edebiyata, tarihe biraz sokulmak; sadece biraz daha fazla merak edip,
yüreklerimizi insancıllıktan uzak bırakmadan, evrensel duyguları köreltmeden;
görgü ve sağlam bilgilerimizle birbirimize sarılmak; en büyük ülkücülük, en
büyük VATAN aşkıdır…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder