16 Mart 2024 Cumartesi

ÇARESİZ BAKIŞLAR

 

İNTERNET

                                                   ÇARESİZ BAKIŞLAR

  Eski insanlar kendi alışkanlıkları, gelenekleri dışında bir olay duyunca hemencecik:

—Bakalım daha neler göreceğiz? Başımıza taş yağacak; bozuldu bu insanlar… Gibi haykırışlar içinde acıklı ifadeler kullanırlardı. O eski insancıklar şimdiki sosyal medyadan, paylaşılan fotoğraf, video çalışmalarından haberleri olsa kendi zamanlarının yaşam biçimlerine nasıl bakarlardı acaba?

   Görünen o ki, antik zamanlarda bile insanlar birbirinden şikâyetçi olurdu. Kimini kınar, kimini dışlarlar ve her zaman nesiller arası çatışmalar içinde herkes hep geçmişin avuntusuyla kendi ahlaki masumiyetini yaratır, destansı bir anlatım doğardı. Sanki geçmiş hep masum, hep dupduru…

    Öyle bir şey olması düşünülemez; her dönüşüm, çağ kendi zorluklarıyla birlikte inanılmaz seçeneklerini de insanlığın önüne serer; mecburdur…

   Sosyal dünya tam manasıyla sosyolojik devrimlerin içinde yüzüyor. Neredeyse sınırsız paylaşımlar… Hiçbir zaman giremeyeceğimiz bir mekânın içine kadar giriyorsunuz. Nasıl mı; artık kendisini ifade etmek isteyen insanların merakı, zaafları veya zenginliklerinin hünerleri neyse öyle… Fotoğraflarla, videolarla, canlı capcanlı paylaşımlarla bir den bir başka şehirdeki, ülkedeki olayları an ve an izleme, değerlendirme ve yorumlama şansını yakalıyorsunuz. Teknolojinin zaferi bir yerde susmuş insanlığın, kendini saklamak, gizlemek yerine bir şekilde ifade etme çılgınlığına kadar ulaşacağı bellidir.

  Ne olursa olsun, hiçbir gelişme, yerli veya yersiz davranışlar laf olsun diye, birden ortaya çıkmazlar. Hepsinin sosyolojik, psikolojik, ekonomik sebepleri olduğu kaçınılmaz bir gerçektir…

  Geçen yıl izlediğim, sosyal dünyada takip ettiğim bir kadının hastane odasında, hasta yatağında, bir yerde ölüm döşeğinde yatan eşinin fotoğraflara yansıyan son halini hiç unutamadım.

  Üç gün sonra da eşinin ölüm haberini paylaştı aynı arkadaş. Üç gün önceki fotoğraftaki adamın bakışları zaten “Ben öldüm” diyordu. Boşluğa, upuzun ve anlamsız, ruhunu çoktan sonsuza yollamış boş bir kelebeğin boş kozası duruşu gibiydi; kupkuru…

   Ne bir eleştiri, ne bir kara mizah gözüyle bakıyorum bu olaya. Kendini ifade etmek isteyen, hüznünü, ölümün son hallerini veya yaşamın çığlıklarını göstermek, duyurmak, paylaşmak isteyen içinden ne geçiyorsa yapsın…

   Hemencecik teraziyi çıkartıp; ahlak bekçiliği, sosyoloji profesörlüğü rolüne soyunma yetkisini kendimde görmüyorum. Bildiğim bir şey var; değişim kaçınılmazdır. Evrim, bizleri uzayın derinlerine göç etmeye hazırladığı, insan denen üst canlının merak kavramı, denemeden yok olmayacağı, dönüşümün de bu tür denemelerden geçeceğine inanıyorum.

   Her gelişme, en cıvık olanlar, en şamatacılar, en ciddi duruşlar dahi; eninde sonunda evirilmeye, canlı yaşamın minicik parçalarını ayrılıp bir başka bütünün peşinde koşmaya mecburdur; yaşamın ta kendisidir bu tür mecburiyetler. Alışkanlıkları, korkunç kara yargıları bırakmayı becerdiğimiz an; komik, yanlış dediğimiz şeyler de kendi anlamlarıyla gün yüzüne çıkıyor…

    Bir yerde anlama, yorumlama ve yepyeni kavramlarla iç içe dönüşüm neşesi, huzuru yaşıyoruz…

Güven SERİN 


Hiç yorum yok: