ÇANAKKALE ZAFERİ
KUTLU OLSUN
Tarih bilimi; yaşamın ve yaşam kültürünün, millet olma bilincinin tam da kendisidir.
Bir milletin destansı zaferleri hiçbir paranın,ticari ve siyasi düşüncenin satın alamayacağı,taşıyamayacağı kadar güçlü ve eşsizdir…Neden derseniz; çünkü, milletin tamamına aittir.Milletimizin tamamını temsil eden şehitlerimizin kanları o diyarlarda; VATAN ve MİLLET için aktı; hiç eksiksiz ve hiçbir şüpheleri olmadan; öleceklerini bilerek şehit oldular…
Bu milletin, yaşadığı ülkenin; doğusuna, batısına, güneyine ve kuzeyine laf ederken çok iyi düşünülmesi gerekir! Bu vatanın sahibi, bütün milletimizdir. Bu yüzden, gelecek kuşaklarla bağ kurmak, millet bilincini yitirmemek için zaferleri, şehitleri anarken bin dereden su getiren bir felsefe, duyarlılık ve tarihsel bilinçle yapmalıyız…
Sadece Çanakkale Deniz Zaferi, bir yerde binlerce yıl önceki Truva Savaşı’nın karşılığı, ödeşmesi, susmuş ve susturulmuş ruhlara bir yudum dua, bir kucak nefes gibidir.
Neden mi? 18 Mart 1915 günü saat 11.30’da İtilaf Devletleri gemileri, başta İngiltere ve Fransız gemileri ölüm kusmaya, bu aziz toprakları ateşle kavurmaya başladıklarında, toplarını ilk ateşleyen savaş gemisinin adı; Agamemnon’dur! Yani, Yunanlılar ile Truvalılar arasında yapılan savaşa orduları götüren, Truva kentini ve Truvalıları on yıl uğraştan sonra yakıp yıkan Miken Kralı…
Agamemnun ismini taşıyan İngiliz zırhlısı da, Çanakkale’ye, topraklarımıza ilk saldıran, toplarını ilk önce ateşleyen olarak, tarihe bir gönderme yapmaktan başka bir şey yapmıyor. Bir yerde Türkleri Truvalıların devamı gibi görüp; “ Sizlerin de sonu öyle olacak; yanıp, yıkılacak, yok olacaksınız!” manasını taşımıyor mu?
Savaşın üzerinden 108 yıl geçmiş olsa da, İngiltere’nin durduğu yer, bizlere bakışı ne kadar değişip değişmediğini, bugünün değerleriyle anlamaya çalışmalıyız. Güçsüz hale düşecek bir ülke,108 yıl önce işgal etmek için on binlerce insanın ölmesine acımayan, ilk fırsatta bizleri bu topraklardan kovma ve bu kadim toprakları ele geçirmek isteyen fırsatçılarla dopdolu…
Tarih bilimi, diplomasi, felsefe ve edebi sanatla iyi mayalanır ise tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün 1918 yılında İstanbul’u işgal etmiş, kendi bayraklarını çekmiş İngiliz, Fransız zırhlılarını görünce söylediği sözün gerçek duruşuna dönüşür;
“ Geldikleri gibi giderler” sözü, laf olsun diye söylenmiş bir söz değil, tarihi çok iyi bilen, okumuş ve okuyan, büyük savaşlarından muhteşem dersler, dip notlar çıkartmış bir dehanın seslenişi, bütün zamanlara bu topraklarda yaşayan millete en değerli mirasıdır.
Geldikleri gibi gittiler; hem de iki kez… Ama yine geldiler… Değişen, dönüşen dünyada, geçmişimize baktığımızda sayamayacak kadar destansı zaferleri olan bir milletin ferdi olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Destanı, Savaşı’ndan sonra hemen ekonomik savaşı ele alması, ekonomiyle birlikte kültürel savaşı başlatması ne anlam taşıyor; biraz düşünmelidir…
Ne kadar güçlü olursak olalım, ekonomiyi, kültürel yaşamı, tarihi bilmiyorsak, eninde sonunda erimeye, kaybolmaya, başka milletlerin tarihlerini savunmaya, anlatmaya mecbur kalırız…
Çanakkale ve Gelibolu destanlarına kan, yürek, gözyaşı akıtan bütün kahramanlarımızı, şehitlerimizi ve onların şefkat dolu, ekmek kokulu analarını anıyor, kutluyorum…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder