15 Şubat 2024 Perşembe

DARBUKAYI ÇALAN ÇORBAYI İÇER

 

Kamera, Güven

                                     DARBUKAYI ÇALAN ÇORBAYI İÇER

  Şehirlerin aşina yüzleri, toplumların tadı-tuzu olan insanları vardır. Kimileri zanaatları, bazıları sanatları ve bazıları da oldukları gibi davranıp, herkesi şaşırtan hünerli hareketleri ve davranışlarıyla tanınır ve bilinirler…

  Kent kültürü, bilinci olmayan yerlerin yüzü soluk olur. Çıkınca çarşısına, meydanına, sahiline göremiyorsan tanıdık bir yüz, duyamıyorsan melodik bir ses; hiçliğin içinde kaybolmuş gezegenlere, yıldızlara dönmüş gibi yaşarsınız…

   Tekirdağ’ın bildik, tanıdık ve şehir insanları tarafından sevilen insanların bir bir yok olduğunu söylemek acı verse de gerçek öyle…

   Yağmur yeni dinmiş, yağmur damlacıklarının bazıları yere düşmemek için tutundukları saçaklardan, ağaç dallarından, demir korkuluklarından şımarıkça, ışığın da yardımıyla yakaladıkları anın gösterisini yapıyorlardı.

   Bld.Bşk.Şefik Gürsoy Üste Geçidi,ışık ve su birikintileriyle fotoğraf sanatçılarını davet eder haldeydi.Su damlacıkları oynaşırken geceye akan gün ile,yürüdüm geçtim yanlarından.Sahil,yaşamı sevmek,hatta küsmüş kişileri bir kez daha düşünmeye; yaşamaya davet edecek derece yağmurdan sonraki temizliğin kokusunu sunuyordu.

  Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilen Tekirağaç Cafe boş bir masa, yüzümü dönüp selamladığım, deniz ve martılar biraz ötede… Martılar gibi biraz şımarmak adına çay ile birlikte elmalı bir soda söyledim, önce masanın silinmesini rica ettiğim çalışan arkadaşa.

   Eğer içindeyseniz zamanın, tutmuşsanız yazının elinden sevgiyle, o da bırakmaz peşinizi. Dışarıda, sigara içenlerle aramızda sadece bir cam var. Boşalan masaya genç bir çift geldi. Diğer çiftler gibi herkes kendi işine; cep telefonlarına daldılar…

  Sözünü ettiğim, kentlerin sazı-sözü, tadı ve tuzu sayılan darbukacı göründü. Çalar gibi yapıp, kendi sessiz ritmini tutarak dolanıyordu henüz dolmamış sahil sosyal alanlarında. Özellikle kadın ve erkeklerin oturduğu masalara bir başka yaklaşıyor. Daha nazik ve daha sessizce…

   Bir etkinlikte, Fransız öğretmenlerin “Şiir Komandoları” ismi adını verdikleri şiir şölenine şahitlik yapmış, hatta etkinliğin merkezinde bulunmuştum.(Saint Joseph Fransız Lisesi Moda )

  Ellerindeki kamış borularla oturmuş olduğumuz loş mekânda, kulağımıza kadar gelen şiirsel dil, kamış borular yardımıyla farklı bir algı, sanat şöleni yaratıyordu.

   Darbukacı da aynı yolu izliyor, hiç rahatsız etmeden masada oturan kadın ve erkeğin kulaklarının dibine kadar sokuluyordu. Yine öyle yaptı; tam da önümde yeni gelmiş genç kadın ve erkeğin kulaklarının dibine kadar; şarkısıyla beraber adeta darbukası ile birlikte; melodileri ve ritmi, mırıldanarak…

  Müziğin, ritmin mırıltısını duyan erkek ve kadın gülümsedi. Erkeğin morali iyi olmalıydı. Sese, yaklaşan darbukacı çalanı bekler bir halde, hemen ceplerini yoklamaya başladı. Beden dili, bir cebinde 10 veya 20 TL çıkmasını ister haldeydi ama nafile, kot pantolonun hiçbir cebinde bozukluk çıkmadı. İstemeyerek ama romantizmin ve darbukacının etkisi altında kalmış bir halde, arka cebindeki cüzdanına uzandı. Büyükçe bir kâğıt parayı uzatırken, darbukacının marifeti, gülümsemesi ve o işleri yaparken, benle göz göze gelip, bana da selam vermesi; günün resmi, hareketin ve çalışmanın çorba ve kazanç saatleriydi…

  Darbukacı aynı yaklaşımı birkaç masaya daha yaptı. Bu safer bir araya gelmiş erkek topluluğunu mutlu etti. Kimisi video çekti, kimisi özçekim-selfi, gülüşerek, paylaşacakları anın üstün keyfine keyif katan darbukacı ya onlar da büyükçe kâğıt parayı uzattılar. Bir değil birkaç çorba parası kazanan darbukacının zamanı çok kıymetli olduğu için, derhal başka denizlere yelken açtı. Ufukta sadece martılar ve bir başka denizden Boğaza doğru ilerleyen gemilerin gölgeleri vardı…

 Güven SERİN 



Hiç yorum yok: