Ölüm döşeğinde bir
insanın son sözcüklerine tanıklık yaptınız mı hiç? Hani hep korkulan, ondan kaçınılan,
ölenin ardından karalar giyinip, yaslar tuttuğumuz ölümün? Bu konuda tanıklık
yapanların hislerini, yazdıklarını, not aldıklarını okudum, dinledim.
İçinde ölümün
geçtiği sözcüklerle başlık yapmak sevimsiz görünse bile, iddia ediyorum ki
ölümü iyi anlamak, geriye kalan yaşam yılları için kaçınılmaz fırsat ve
ödüldür…
Ölüm döşeğinde
yaralı bir insan; asker ne der? Eskiden oldukça korktuğu, kaçmaya, saklandığı
ölüm karşısında şöyle diyor;
“Hayatımda ilk kez o
acı veren ölüm korkusunu, duymuyor, korkmuyorum!” demesi sizi hayrete düşürmesin!
İnsanın evrimsel yolculuğu, bizden önce ölen milyarlarca insanın dönüşümü,
kaçınılmaz sanılan, ölümü uğurlar uğurlamaz herkesin bir şeyler yemeye, içmeye
koşarak gitmesi de geride kalan yaşamın muhteşemliğini anlatıyor…
Hadi gelin, artık
ölümden başka çaresi kalmayan, ölümü bekleyen yaralı askerin fısıltılarını,
belki de bilmem kaç yıl öteden bize bırakacağı can alıcı mirası dinleyelim;
“ Eskiden korktuğum
ölümden şimdi korkmuyorum. İlk kez yaralandığımda hissettim bu duyguyu. Ruhumda
birden yaşam yükünden kurtulma heyecanı, acılardan sıyrılma düşüncesi oluştu.
Bu hissediş öyle bir şey ki, sanki ölümle
gelecek ölümsüzlüğün hafifliğini, aşkını hissettim.”
Abidin Dino
yakalandığı hastalığın pençesine düştüğü, bir deri bir kemik kaldığı zamanlarda
dayanılmaz acıları karşısında ölmeden önce eline aldığı kalemle, küçük beyaz kâğıda,
iki satır yazdı;
“ Ölüm mü?/ Ne büyük
buluş!”
Bu kadar işte;
yaralı asker gibi, yaralı şair, yazar, ressam da acılarının yükünü geride ancak
ölümle bırakacağını, başka seçeneği olmadığını çok iyi biliyordu. O beyaz kâğıda
bıraktığı birkaç sözcük, sadece ölüm ile yaşam arasındaki incecik çizgiyi
anlatmıyor.
Ya başka neyi
anlatıyor?
Saf sevgiyi, saf aklı…
Birkaç yudumluk ömrün, kavgalarından arına bildiğiniz kadar arının, boşluğun, sonsuzluğu
içinde, geleceğiniz en son durak kaçınılmaz gerçekken, niçin yaşamı, daha
ölmeden öldürüyorsunuz, uyarılarını ancak sanatçılar, filozoflar yapar.
Bırakın şu kazanma
derdiyle size binen o korkunç öfkeleri. Fark edin: -Kaybedenin, acılar içinde
olanların da ne muhteşem hissiyat içine girdiğini. Nasıl da hafiflediklerini! O
eşsiz, yaşam, beden, sağ-salimken nasıl da kükrerdiler! Ama yaralı ve ölmek üzereyken,
bütün beklentilerden, ona yük olan duygu ve düşüncelerden kurtulan yaralı
askerin son sözcükleri şöyle devam ediyor;
“ Eh, ne yapalım,
daha iyi ya…” Tolstoy’un yaralı askeri, yaralı Prens Andrey’i böyle
sayıkladı; insanlığa durduğu sürece bir miras gibi fısıldayacağı sözcükler
böyle geçti edebiyatın arşivlerine…
Geride kalan siyaset
kavgalarında da insanı yaralayan, ruhuyla birlikte bedenini de ezen bir sürü
olay… Beş on yıl sonra hiçbirisi hatırlanmayacak kadar akıldan, vicdandan,
bilimden ve sanattan uzak bir sürü kirli kavga…
Yarınların inşası
her zaman bugüne dokunan sanatçıların, mimarların, mühendislerin, gerçek
kavganın; insanı daha huzurlu ve daha kutlu yaşama hakkına kavuşturacak
insanların ellerinde tarihin en hakiki baş sayfalarına yazılacaktır…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder