23 Ocak 2024 Salı

YARALI,ÖLÜM DÖŞEĞİNDE BİR İNSAN

 

İnternet

                       YARALI, ÖLÜM DÖŞEĞİNDE BİR İNSAN-ASKER

  Ölüm döşeğinde bir insanın son sözcüklerine tanıklık yaptınız mı hiç? Hani hep korkulan, ondan kaçınılan, ölenin ardından karalar giyinip, yaslar tuttuğumuz ölümün? Bu konuda tanıklık yapanların hislerini, yazdıklarını, not aldıklarını okudum, dinledim.

    İçinde ölümün geçtiği sözcüklerle başlık yapmak sevimsiz görünse bile, iddia ediyorum ki ölümü iyi anlamak, geriye kalan yaşam yılları için kaçınılmaz fırsat ve ödüldür…

    Ölüm döşeğinde yaralı bir insan; asker ne der? Eskiden oldukça korktuğu, kaçmaya, saklandığı ölüm karşısında şöyle diyor;

 “Hayatımda ilk kez o acı veren ölüm korkusunu, duymuyor, korkmuyorum!” demesi sizi hayrete düşürmesin! İnsanın evrimsel yolculuğu, bizden önce ölen milyarlarca insanın dönüşümü, kaçınılmaz sanılan, ölümü uğurlar uğurlamaz herkesin bir şeyler yemeye, içmeye koşarak gitmesi de geride kalan yaşamın muhteşemliğini anlatıyor…

   Hadi gelin, artık ölümden başka çaresi kalmayan, ölümü bekleyen yaralı askerin fısıltılarını, belki de bilmem kaç yıl öteden bize bırakacağı can alıcı mirası dinleyelim;

 “ Eskiden korktuğum ölümden şimdi korkmuyorum. İlk kez yaralandığımda hissettim bu duyguyu. Ruhumda birden yaşam yükünden kurtulma heyecanı, acılardan sıyrılma düşüncesi oluştu.

   Bu hissediş öyle bir şey ki, sanki ölümle gelecek ölümsüzlüğün hafifliğini, aşkını hissettim.”

    Abidin Dino yakalandığı hastalığın pençesine düştüğü, bir deri bir kemik kaldığı zamanlarda dayanılmaz acıları karşısında ölmeden önce eline aldığı kalemle, küçük beyaz kâğıda, iki satır yazdı;

“ Ölüm mü?/ Ne büyük buluş!”

   Bu kadar işte; yaralı asker gibi, yaralı şair, yazar, ressam da acılarının yükünü geride ancak ölümle bırakacağını, başka seçeneği olmadığını çok iyi biliyordu. O beyaz kâğıda bıraktığı birkaç sözcük, sadece ölüm ile yaşam arasındaki incecik çizgiyi anlatmıyor.

   Ya başka neyi anlatıyor?

   Saf sevgiyi, saf aklı… Birkaç yudumluk ömrün, kavgalarından arına bildiğiniz kadar arının, boşluğun, sonsuzluğu içinde, geleceğiniz en son durak kaçınılmaz gerçekken, niçin yaşamı, daha ölmeden öldürüyorsunuz, uyarılarını ancak sanatçılar, filozoflar yapar.

   Bırakın şu kazanma derdiyle size binen o korkunç öfkeleri. Fark edin: -Kaybedenin, acılar içinde olanların da ne muhteşem hissiyat içine girdiğini. Nasıl da hafiflediklerini! O eşsiz, yaşam, beden, sağ-salimken nasıl da kükrerdiler! Ama yaralı ve ölmek üzereyken, bütün beklentilerden, ona yük olan duygu ve düşüncelerden kurtulan yaralı askerin son sözcükleri şöyle devam ediyor;

 “ Eh, ne yapalım, daha iyi ya…” Tolstoy’un yaralı askeri, yaralı Prens Andrey’i böyle sayıkladı; insanlığa durduğu sürece bir miras gibi fısıldayacağı sözcükler böyle geçti edebiyatın arşivlerine…

  Geride kalan siyaset kavgalarında da insanı yaralayan, ruhuyla birlikte bedenini de ezen bir sürü olay… Beş on yıl sonra hiçbirisi hatırlanmayacak kadar akıldan, vicdandan, bilimden ve sanattan uzak bir sürü kirli kavga…

   Yarınların inşası her zaman bugüne dokunan sanatçıların, mimarların, mühendislerin, gerçek kavganın; insanı daha huzurlu ve daha kutlu yaşama hakkına kavuşturacak insanların ellerinde tarihin en hakiki baş sayfalarına yazılacaktır…

 Güven SERİN 

 

 

 


Hiç yorum yok: