TEKİRDAĞLI BİR GENÇ KIZ
Vakit hızla ilerliyordu fakat vaktin ilerlemesi kimin umurunda… Aylaklığa Övgü eseri Bertrand Russell’in olsa da felsefesini yaşamak ise büyük çoğunluğun ve biz yazarların işidir…
İstesek de istemesek de, vakit denen şey; hızla ilerleyecek… Ne arkasından koşarak, ne de “Yalan dünya” deyip bizi kandırdığı için şikâyet etme hakkımız var…
Yavuz Mahallesi, Tintinpınar Caddesi eski bir tanıdık ile tüm zamanlara ait sohbetimiz devam ederken yanımızdan gelip geçen gencecik bir kız… Sırtında okul yaşamın ağır gelen yükleri; kitaplarıyla dopdolu bir çanta… Her adım atışında etrafa saçılan ince tiz sesin kaynağını, ilerleyen vakit ile birlikte geçen genç kızın, bağlı olmayan spor ayakkabılarından sağa sola çarpan iplerin çıkardığını gördüm ve anladım.
İnsan, sağa sola vura vura, çarpa çarpa; savrula savrula ama yine de genç kızı bırakmayıp peşinden koşan iplere özenir mi? Özendim… Savruluşlarına… Kırbaç gibi kötülüğe tokat atışlarına… Kendi özgürlük alanlarını yaratmalarına… Pisliğe, yere, taşa, dağa, onlarca yitik öğüde kafa tutuşlarına; imrendim…
Vakit denen şey nasıl koşuyorsa durmadan, yanımızdan geçen genç kızın da duracak hali yoktu. Belli ki bir an önce eve gidip, sırtındaki yükü atmalıydı! Bir yel gibi gelip geçti yanımızdan.
Coşkun Marketin köşeciğinden Yaşar Erkan Sokağa saptıktan sonra gözden kayboldu; tüm dünyaya bir genç kız nezaketiyle kafa tutan, onları beton yığınlarına sıkıştıran, özgürlüklerini kısıtlayan her şeyi protesto eden ayakkabı bağcıklarını savura savura geçip gitti…
Lafı açılınca hep yaptığımız tekrar sözleri duyurmak isteriz; ahkâm kesme huyumuzun hatırına; “ Şimdiki gençler ne şanslı!”
Tanrı aşkına hangi şans? Kaç tanesi yaşamı kendi düş ve gönüllü gücüyle kucaklayarak öpüyor? Anne ve babaların, konu komşunun güya öğüt veren korkulu, sancılı, kararsız zavallı bakışlarından kurtulamayıp, teknoloji denen aletler sayesinde dünyayı bildikleri halde; mahallede, sitelerde ve yarınlardan korkarak yürüdükleri gelecek beklentileri içinde sıkışıp kalmış gençlerimiz ne kadar şanslı olabilir ki?
Kendi tabularımızı, kendi korkularımızı, kendi MÜKEMMEL düşlerimizi, onların gencecik, körpe bedenlerine yükleyip ruhlarının nasıl ezilip büzüldüğünü iyi hesaba katmadan, onların şansına göz diken biz büyüklerin kurban törenleri bitmeyecek; bitemeyecek…
Neden acaba? Yalan dünya dediğimiz, gerçekten de çarçabuk geçen bir ömre, bu kadar sıkıntı, sızlanma, beklenti yüklenmesi ve bu beklentilerimizin karşılanmamasının suçlusu hep başkaları mı?
Nazım’ın tek beklentisi mısralarındandır… Hangi vakit olursa olsun, kalemi elinde, kâğıdı yanı başında;
“ Aynaların içinde iniyordum merdivenleri
Belki yirmi yaşındayım, belki yüz yaşındayım
Vakit hızla ilerliyordu, yaklaşıyorduk gece
yarılarına
Garda genç bir kadın beni karşıladı
Beli karınca belinden ince
Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi
Tuttum elinden yürüdük
Yürüdük güneşin altında, karları çatırdata çıtırdada”
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder