7 Ekim 2023 Cumartesi

TANIŞALIM MI BEN MEŞE AĞACI

 

Kamera Güven  Kumbağ Tekirdağ

Kamera; Güven Kumbağ

                                     TANIŞALIM MI; BEN MEŞE AĞACI

  Karanlık henüz çökmüş, dalgaların şahlanışı, apayrı bir görüntü kazanmıştı. Hava akımlarını yakalayan martılar, belli belirsiz görünseler de, sanki gökyüzünde süzülen melekler, hiç kanat çırpmadan oyun oynayan çocuklar gibiydiler. Kumbağ’ın Marmara ile buluştuğu sahil şeridinde, ışıkları altında masalımsı bir görüntüsü vardı…

    Gün batmadan öncesi ve daha kim bilir kaç kez, adalara doğru bakan tepe ve onun üzerinde bulunan ağacın fotoğrafını çekmiş, arşivdeki yerlerini çoktan almışlar, unutulmuşlar ülkesine yollanmışlardı…

   Yine fotoğraflarını çektim ve kendimce olağan bildik başka manzaraların peşinde dolaşırken bir yandan da Metin’in geçmişe, eski komşuluk ilişkilerine olan hasretine ait sözcüklerini dinliyordum.

  Ne olduysa o an; karanlık çökerken Kumbağ tepeciklerinin, ormanlarının ve yaşam alanlarının üzerine, sanki ağaç dilinde bir fısıltı karıştı; epey sert esen Gündoğusu rüzgârının içine:

—Tanışalım mı? Ben yaşlı meşe ağacı?

—Sen kimsin?

—Buraların öz evladı yaşlı cüce meşeyim. Atalarımızın bize aktardığı kadarıyla binlerce yıldır Trakya topraklarında yaşıyoruz. Kadim kültürlere, balta girmemiş ormanlar zamanına, savaş ve barışlara, nice insan çığlığına tanıklık eden masalımsı öyküleri de köklerimiz ve özümüzde, nesilden nesle aktarıyoruz…

   İrkilmemek elde değil! O güne kadar yüzlerce fotoğrafını çektiğim, yıllarca çok yakınından Marmara ve Adaları, aynı zamanda kâinatın büyüklüğünü anlatan yıldızları izlediğimiz yerdeki cüce meşe ile ilk kez tanışıyoruz. Ne büyük insan garipliği ve bencilliği…

  Dikkatli bakınca cüce meşenin bulunduğu yerdeki kayaları bir arada tutan toprak tabakaları ve daha çabuk eriyen kayalar, akıp gitmiş denize doğru. Yıllarca bize arkadaşlık, sırdaşlık yapan meşe için sayılı günler var. Bir şey gittikten veya gitmesine yakın bir enerji kaplıyor etrafı. İçinde hüzün ve bütün canlıların hissedebileceği saf boşluk, kaybolmuşluk ve çaresizlik hissi…

  Bildik bütün nakaratlar, sözcükler, gösterişli duruşlar bile eninde sonunda bu sonsuzun içinde bir kara delik tarafından yutulmaya yazgılı değil mi?

   Cüce meşe bir kez dile gelmişti. Bilmediğimiz bir dil ve anlaşma yöntemiydi bizimkisi. Biraz Aborjin dili, bir parça hayvansal içgüdü ve belki de evrenin canlı yaşamına taşıdığı ortak maddelerin sesleri soluklarıydı bize buluşturan gizemli şey...

   O sırada cüce meşenin fısıltıları yine duyulur gibi oldu:

—Biliyor musun biz seninle akrabayız!

—Nasıl Olur?

—Öyle, insan DNA’sı ile meşe ağacının DNA’sını bilim insanlarına sorup öğrenmeni isterim. Biz seninle kuzen oluyoruz. Yani insanlarla…

   Meşe’nin yaklaşan ölümü, onun benimle kurduğu bu yüce diyalog devam etti:

—Senin Antalya Kaleiçi Karaalioğlu Parkı yakınlarındaki falezlere tutunmuş çitlembik ağacı ile kurduğun dostluğu da biliyorum.

—Nereden biliyorsun?

—Arkadaşın Metin’e yıllardır ballandırarak anlattın o çitlembik ağacını. Çitlembik ile birbirimize çok benzediğimizi senin sohbetlerinden öğrendim ve ben de görmediğim çitlembik ağacını çok sevdim.

—Birbirinize çok benziyorsunuz. Onun da köklerinin bir kısmı uçuruma, dallarının neredeyse tamamı Akdeniz’e uzanan boşluğa uzanıyor. Senin de Marmara’ya uzanıyor, sımsıkı tutunduğun taşların içindeki köklere ait bedenin dalları.

—Ama artık çok vaktim kalmadı. Tohumlarım rüzgârlarla, denizin akıntılarıyla yüzlerce km öteye çoktan dağıttım. Bir sürü evladım, torunlarım var. Bizler, dünya yaşamına insandan çok önce uyum sağladık. Yaşama katkı için her şeyimizi koyuyoruz ortaya…

  Meşe ağacının yanında ayrılırken, acaba bir daha görebilecek miyim diye insan kalan yanımın kırıntılarıyla bir hüzün, bir burukluk hissettim. Ormanlar yanıyorken, milyonlarca ağaç birkaç günde yok oluyorken, ömrünü tamamlamış, Marmara ve adalara uzanan tepede çok güzel bir ömür sürmüş cüce meşe için bir hasret; daha şimdiden bir öykü ve sızı yazılıverdi içimdeki deftere…

—Tanışalım mı? Ben yaşlı cüce meşe! Atalarımızın kadim kentlere yaptığı tanıklığı, nesilden nesle aktarıyoruz.

—Truva Savaşı da var mı bu aktarım içinde?

—İnsanlığı ve doğayı etkileyen bütün olaylar; milyonlarca kıpırtı, his, çığlık, acı, öfke ve umut, coşku…

 Güven SERİN 






Hiç yorum yok: