14 Eylül 2023 Perşembe

MİLTON,NAZIM VE SABAHATTİN ALİ'NİN ÇARESİZLİKLERİ

 



 
                                                      İnternet

         MİLTON, NAZIM VE SABAHATTİN ALİ’NİN ÇARESİZLİKLERİ

    Edebi dünyanın sonsuz enerjisine, görgü ve bilgisine imrenmemek, bayılmamak elde değil. Evrenden ve yaşamın içinden aldıkları ilhamlarla beslenen şair ve yazarlar, yaşarken sıradan insanların katlanamayacağı acılarla yoğrulmaya yazgılıdırlar.

    İngiliz şiirinin babası kabul edilen John Milton için şöyle dersek yanlış olmaz:

-Milton’un Çaresizliği…

   Milton’un çaresizliği, bir bir eziyetle sınanma yaşadıktan sonra Kayıp Cennet eseriyle sonlanmıştır.1600’lü yıllarda yaşayan İngiliz şair Milton, sadece görme yetisini kaybetmedi. Karısını, çocuklarını, itibarını her şeyini… Kral olan II.Charles’in yenilenme ve değişim,dönüşüm siyaseti sayesinde hapse atıldı.

   Nazım Hikmet ve Sebahattin Ali gibi… Nazım, Moskova’da öldü. Yanıp tutuşurken ülke hasretiyle, en çaresiz olduğu zamanlarda yazdı dünya durdukça okunacak şiirlerini:

“Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin” dizelerini yazarken; “ Sen memleketim kadar güzelsin” dizelerini de bağrına yapışan özlem kadar yapıştırmıştır sonsuzluk kitabına.

   Sezgileri kuvvetlidir Sabahattin Ali’nin. Düşleri gibi, başına gelecekleri kâhinlere danışmadan bilen ve şiire taşıyandır; “ Yanıyor beynimin kanı, bilmem nerelere gitsem” şiiri, onun için pusu kurmuş canilerin vicdanlarını uyarmayacak, yakmayacak, pişmanlık duymayacaklardır.

   II. Charles başa geçince, Milton’un acılı ama kısmen huzurlu günleri sona erdi. Kitapları Londra Kalesi’nden aşağı savruldu. Cellâtlarca yakıldı, yok edildi. İşkenceyle idam edilmekten son anda kurtuldu. Hapishanede en ağır koşullarda yaşadı. İtibarı, sanatı, her şeyi rezil edildi ve hırpalandı.

   İşkenceyle idam edilmekten kurtulmasaydı, sonu şöyle olacaktı: -Önce asılacak, boğulmak üzereyken ipten alınacak, kendisine gelmesi sağlanacaktı. Ya sonra? Bağırsakları deşilecek, hadım edilecek ve organları yakılırken zorla izletilecekti.

   Sadece 350–400 yıl öncesi bile en gelişmiş uygar dünyanın insanlığı böyle korkunç çığlıklar atabiliyordu.

   Nazım Hikmet ise doktorasını hapishanelerde yapacak, Orhan Kemal, İbrahim Balaban gibi yeteneklere hiç düşünmeden destek verip onların köklerine su ve toprak dökecektir.

   Kaçacaktır bir gemi: Rumen şilebiyle önce Romanya’ya. Sonra Moskova ve gezecek, gidecektir bir ucunda dünyanın Küba’sına. Yazacaktır o vakitler Havana Röportajını; “ Geçen yıl Küba’ya gittim; Havana’ya. Prag’dan kalktı uçağımız.17 saat süren yolculuktan sonra indim Havana’ya. Küba kıyıları koylarıyla göründü.”

   Nazım’ın hiçbir gezisi, şiiri memleket hasreti düşüncesinden uzak yazılmadı. Yazılamazdı. Onu besleyen iksir orada gizliydi…

   Milton’un en önemli eseri Kayıp Cennet de hapishane yaşamı, eziyetleri, çaresizliği, dibe vurulma ve yenilgisi sonucu doğmuş oldu.

   Sabahattin Ali ise yazdıklarından daha çok yazacakları olmasına rağmen Kırklareli sınırları içinde, Yurtdışına kaçmak üzeriyken vahşice başı ezilerek öldürüldü. Belki de o acının, kaybediş saniyeleri içinde öncesinde yazdığı şiiri tekrarlıyordu; “ Yanıyor beynimin kanı/Bilmem nerelere gitsem?/İçime sığmayan canı/Hangi rüzgâra eş etsem?”

Güven SERİN 

 


Hiç yorum yok: