27 Ocak 2023 Cuma

ESKİLER ALIRIM

 


İNTERNET

                        ESKİLER ALIR, YENİLER VERİRİM: ESKİCİ GELDİ…

   Nedir bu eski-ezber merakımız? Korku ve alışkanlıklarımızdan kurtulamamış olmanın asıl sebebi nedir? Eskiye olan düşkünlüğümüz; tarih bilimi, arkeoloji, filozof öğretileri, edebi düşünceye ulaşma için olsa, değişim, dönüşüm çoktan başlayacak…

   Eskiye merakımızın asıl sebepleri de burada başlıyor. Belli sözcükler ile bir türlü derinliği olmayan sohbetler, ilişkiler, eninde sonunda kızgınlıklar, nefretler, küskünlükler sonlanmıyor mu?

  Sanıyorum yeniye uzanmak, oldukça zahmetli geliyor bize. Dedemizin, dayımızın, amcamızın, annemizin, ablamızın, teyzemiz, halamızın taklitlerini, ezber davranışlarını yapmak en güzeli. En zararsız ve kıymetli olanı gibi geliyor.

 İyi ama askerlik anısı gibi anıları, sözcükleri, davranışları tekrarlarsak, yetişebilir miyiz dönüşüne; evrenin? Uygar dünyanın, yüce edebiyatın, felsefenin, evren gibi genişleyen bilimin kenarcığına dahi yaklaşabilir miyiz?

  Bir arkadaşım dert yanıyordu, ortak bir başka arkadaşa:

—Yahu insanın inanası gelmiyor ama oluyor işte!-Ne oluyor merak ettim söylesene.-Yahu, bir akrabam, oldukça mutlu görünen bir evliliği vardı. Evine çok iyi bakar, evini ekmeksiz susuz bırakmazdı. Ama bir gün karısı; “ Ben böyle bir hayat yaşamak istemiyorum. Artık kendi hayatımı yaşayacağım. Bıktım bu tekrarlardan!” Diyerek boşanmış bizim ev,iş düşkünü akrabadan…

  İşin garibi, medeniyetin her türlü imkânlarından neredeyse herkes koşarak yararlanmak istiyor ama bir türlü koşarak değişim, dönüşüm ve yaşamın şimdiki gerçekleri, heyecanları, kalp atışları nedir, ne değildir bir türlü dokunamıyoruz. Ya sonra? Şaşırıyoruz, geçinemeyen, ayrılan, küsen, farklı ülkelere, şehirlere göçen insanları duyunca. Yaşamı, sadece, yemek, içmek, üremek algılarıyla donatırken, yaşamın sonsuza açılan ara renk ve seçeneklerini dışlamış isek, vah halimize…

  Mahallelerde sıklıkla duyduğumuz bir ses var; “ Eskici geldi, eskici; eskiler alırım” sözüne, seslenişine hiçbir zaman; “Yeniler veriyorum” eklenemeyecek. Bu tür seslenişler de kırk, elli yıl öncesinde, insanlığın organik yaşadığı yıllarda kaldı.

 O zaman ne yapacağız ki?-Ben bilirim hoyratlığından, garip insan siluetinden kurtulacağız?-Nasıl?

  Garip bulduğumuz, bir türlü zaman bulamadığımız kitaplar dünyasına girmek için kalbimizden, beynimizden izin isteyeceğiz. Önce şehrimizin kütüphanesi nerede olduğunu öğrenip, oranın yaşayanı, düşüneni olacağız. Hatta kütüphanede bulunan kitaplara öyle bir dokunacağız ki, eşsiz dünyaların, kayıp medeniyetleri bile bizim geldiğimizi, dokunduğumuzu duyup; “ Merhaba, hoş geldin” diyebilecek…

  Ya sonra? Hiç kimseye dokunmayacağız kendi ruhumuza dokunup, onu oymaya başlamadan önce. Sürekli kendi ruhumuzu yontacağız; ta ki bir gün, kendi eserimizi yapıp, çirkin, değersiz bir şey yok, meğer en kötü ben, en yetersiz ben imişim diyene kadar…

  Tiyatroya, sinemaya, operaya, anlamsız, zavallı gözlerle bakmayıp, o mekânları vakit öldürme yeri olarak da görmemenin erdemine sahip çıkacağız. Seyahatlerin her şey dâhil otellerde yatmak, güneşlenmek, bolca fotoğraf almak olmadığını, yola çıkmak için bir sırt çantasının en değerli araçtan, uçaktan, gemiden daha önemli olduğunu hissedeceğiz…

  Böyle bir şey, eskileri verip, yenileri almak… Sınırları zorlamak, zorlayacak takat ne kadarsa o kadarıyla. Alkışları; ticari, siyasi düşünce, mantık içinde değil, toprağın yağmuru beklediği gibi sabırla bekleyeceğiz.

  Yağmurlar yağmaz, gökler üzerimize sularını vermez mi oldu? Çölde yaşayan bir kaktüs gibi, şafak vakti küçük çiğ damlacıkları ile yaşamı, yaşamayı öğreneceğiz. Sular çok fazla mı aktı; çıldırdı mı gökler, yarıldı mı, üzerimize sonsuz sularını mı boşalttı?

  Yontmaya başladığımız ruhumuzun, bedenimizin vadilerini açacağız; çıldırmış sular, sakinleşip, dağlarımız arasından akıp, başka medeniyetlere su taşısınlar, yorulup uysal bir tanrıçaya dönüşseler diye.

 — Hadi canım, bunları nasıl yapacağız? Böyle saçmalık mı olur? Derseniz: - Öyleyse, eskileri konuşmaya, satmaya devam etmelisiniz.

   Az yorulup, birkaç sözcükle, bilinen nefret söylemleriyle kral ve kraliçe olup, bolca emirler verin. Ruhunuzun bile terk ettiği hiçbir zaman fakında olmadığınız yontma becerisi göstermediğimiz eserimizi, teslim edin; yaşar görünen, ölmeden önce ölmüş haline…

 Güven SERİN 

 

 

 

 



Hiç yorum yok: