17 Aralık 2022 Cumartesi

RÜZGARLARIN KAVGASI

 

Kamera; Güven ,İğde Ağaçları

                                    RÜZGÂRLARIN KAVGASI

 

  Nasıl derler; “ Rüzgâr eken fırtına biçer.” Rüzgârların kavgasına ya bilim insanları ya da sözcüklerin, öykülerin peşinde koşan yazarlar, düşünürler tanıklık edebilirler.

 Lodos ile Günbatısı rüzgârının kavgasını,iğde ağaçlarını göreceğim uzaklıkta, yaşlı çam ağacı altında bulunan bankta izliyordum.. Lodos henüz denizi sahili koruyan taşların üzerinden aşırıp yürüyüş yolunu ıslatmamıştı. Sıklıkla dirsek atıyor:

—Yolumdan çekil! Diyordu Günbatısı rüzgârına. Bu iki arkadaş sıklıkla kavga ederler, birbiriyle didişirlerdi ama hiç böyle kavga ettiklerine rastlamamıştım. Bunun adına serbest dövüş diyorlardı…

  Lodos’un sağlam yumrukları sanki demirdendi. Öyle güçlü ve hızlı birkaç yumruk salladı ki, Günbatısı düşer gibi oldu. Lodos, onun havada dönerek, yarım salto yapıp vuracağını düşünmemişti. İlk önce artistlik buz patencisi gibi havaya zıplayan Günbatısı, sonra iki ayağınla Lodosa öyle bir yüklendi, vurdu ki Lodos ister istemez soluğu kesildi. Yutkunamadı, konuşamadı, muazzam öfkesi, ölüm sessizliğine gömüldü.

  Rüzgârların kavgaları yüzünden yere dökülmüş çınar yaprakları nereye gideceğini şaşırmışlardı. Adeta bir birleriyle yarış halindeydi yapraklar. Kavgayı Günbatısı kazanır gibi olduğunda, Gündoğusu yönüne nehir gibi akıyorlardı. Lodos öne geçtiğinde ise bir anda yön değiştirip ana caddeye doğru sürükleniyorlardı.

  Rüzgârların kavgası bitecek gibi değildi. İğde ve Ilgın ağaçları kırılmamak, kopmamak için her türlü esnekliği, nezaketi gösteriyor, rüzgârların kavgasını izlerken, güneşten aldıkları ışıltılı enerjiler içinde görsel şölenle birlikte, korku gösterisi arasında gidip geliyorlardı…

  En sonunda rüzgârların efendisi Poyraz da kavgaya dâhil olmak için kaba, sert ve emredici sesiyle:

—Hoop, ne oluyor burada? Benden izinsiz, benim krallığımda ne mok yiyorsunuz?

  Bu seslenişi, uyarıyı bir yerde tehdidi ne Lodos, ne de Günbatısı duydu. Öyle gerilmişler, öfkeye yenilmişlerdi ki artık araya giren de onların dayağını yerdi. Belli ki Poyraz’ın kara yüzünü, sert yumruklarını unutmuşlardı. Poyraz inanılmaz bir çeviklik içinde her ikisine de ikişer kez ve çok sert şekilde Osmanlı tokadı vurunca anladılar vaziyeti.

  Poyraz, kendince bir sürü küfür savurdu havaya. Geçmiş zamanlarda insancıklara nasıl kazma kürek yaktırdığını, dışarıda kalanların kanını dondurduğunu:

—Buraların kralı benim! Dedikten sonra etraf buz kesti. Nereden çıktıysa Karayel de dâhil oldu bu kavgaya. Poyraz’ın yüksek ve çıldırmış egosunu izlemiş, yerli yersiz küfürlerini dinlemiş ve az görünen, az konuşan ama tok sesiyle:

—Kendini ne sanıyorsun Poyraz! Yoksa efsanelerdeki tanrılar tanrısı Zeus rolünü mü üstlendin?-Ne sandın ya! Hanginiz bana kafa tutabilirsiniz! İstersem, hepinizi yerle bir ederim. En güçlü benim…

  Olup bitenleri başını öne eğmiş halde dinleyen gezegenimiz Dünya, acı bir tebessüm içinde kendi kendine mırıldandı:

—Ben şu anki yörüngemden çıkarsam görürsünüz siz güç kimdeymiş!

  Güç kavgalarını sessizce izleyen iki rüzgâr; Ege’nin İmbatı ile Tekirdağ’ın Frişka rüzgârları, usulca çekildiler evlerine. Sımsıkı kapadılar kapılarını. Frişka rüzgârı:

—Barışı, sevgiyi, dönüşümü yeşertmek varken, eşsiz gezegenin lüks fırsatlarının yüce erdemlerine dokunmak duruyorken, bin bir çeşit rengi, sesi, kokuyu bilmeden, görmeden, dokunmadan, anlamadan ve koklamadan gitmek ne garip bir şey! Dedikten sonra her zaman tatlı bir düş gibi ortaya çıkan Frişka, yanan ocağının başında bir kedi uysallığı içinde kış uykusuna daldı.

 Güven SERİN 



Hiç yorum yok: