24 Ekim 2022 Pazartesi

BİR ÇİFT AYAKKABI

 

İNTERNET

                                      BİR ÇİFT AYAKKABI

  Bildiğim kadarıyla üç yıl, özellikle kış zamanları bana hizmet etmiş bir çift ayakkabı-kundura onlar üzerine bir ayrılış öyküsünün yazın çalışmasını paylaşacağım sizlerle.

  Biriktirme merakımızın, yokluk ve yoksulluk rüzgârlarının estiği ve organik zamanlardan kaldığını bilen, gören, tanıklık eden insanın hissedişlerini, dönüşüme, kabullenmeye mecbur olduğumuzu öğrenmeye çalışan bir insanın gözlemi, hissettiklerimi paylaşıyorum.

  25 yıldır tanıdığım ama bir gün olsun alış veriş yapmadığım ayakkabı satıcısının dükkânına uğramaya karar verdim. Yanımda Şarkı Kurnazlık kültürü de benle birlikte içeri girdi. Üzgünüm…

   Güya, ilk önce hayırlı işler dileyip, sadece çay içmeye geldiğimi söyleyecek, sonra da uygun fiyata, iyi kalite ayakkabı varsa, bir de taksit yapıyorsa kredi kartına, iyice sağlama alınca kendimi ayakkabı satın alacaktım.

  İlla alma niyetiyle gitmediğimi anlamışsınızdır. Üstelik dışarıdan bakan birisi için ayağımdaki ayakkabılar “taş” gibiydi. Daha birkaç yıl paralayamazsın diyenler bile olabilir…

  Nereden öğrenip duyduysam, uygar ülkelerin insanları ayakkabılarını 5–6 ay giyer sonra vedalaşırmış onlarla. Bundan kırk yıl önce yaşlı bir kadının Almanya’dan ikinci el olarak getirdiğim ayakkabılardan bende bir çift almıştım. Tekirdağ soğuklarında, bol yağışlı yağmurlarında ne çok işime yaramıştı sağlam, kauçuk yapılı ayakkabılar…

  Dükkândan içeri girdiğimde orta yaşlarındaki ayakkabıcı oldukça zengin görünüşlü dükkânının içinde ayakkabıları yerleştiriyordu. Dükkan ağzına kadar ayakkabı doluydu. Hak dilinde “ Tuzu kuru” esnaflarından. Şark Kurnazlığı planımı uygulamaya koydum:

—Hayırlı işler. Geçerken bir uğradım. Bir çay içimlik geldim… Vay pişkin vay… Ben öyle

Dediğimi koca dükkân duydu, bütün ayakkabılar neredeyse baş salladı ama bir tek pişkin eski tanıdık duymadı.

  Sanıyorum benim planımı sezmiş, üstelik de onun müşterisi olmadığım için bal yapmaz arıya yatırım yapmayan esnaf soğukkanlılığı içindeydi. Haklı mı bilemem… Ama yenilgiyi hemen kabullendim. Çay içmek için, onun çay söyleme keyfini bekleyecek zamanım olmadığı için, onu, pişkinlik uykusundan uyandırmak için bir başka taktiğe başvurdum:

—Ayağımdaki ayakkabıların çok rahatlığını gördüm. Bunların aynısı var mı? Böyle deyince ciddi olduğumu hissetti ki, hemencecik birkaç ayakkabıyı sundu. Giyime, çıkarma denemeleri kısa sürdü. Oldukça kısa süren tanıdım, denemelerden sonra bir çift yeni kunduram oldu. Ama ne taksit oldu, ne de çay söylendi.

  Eski ayakkabılarım çok rahat ikinci elde satılmayı hak etse de, onları bir poşete koymasını, dönüşte alacağımı söyledim.

  Yeni kunduraları ile sahile indim. Güneş onların üzerine vurdukça cilalanmış deri ayna gibi parlıyordu. Yeni ayakkabılarımın, eski ayakkabılarla yer değiştirmesi kısa sürdü. Ama dönüşte alacağım eski ayakkabıları da giyeceğimi biliyordum.

  Kısa bir düş, içsel konuşma sonucunda eski ayakkabılarla vedalaşmam gerektiği düşüncesine sahip oldum. Bugün ölsek, kim bilir ne zamandan kalma bir gelenek yüzünden eski ayakkabılar hemen kapının önüne koyulmayacak mı? Yeniler ise bir tanıdığa verilecek ki ölünün ardından sağlam şeyler söylensin…

  Yüce iç sesim, kadim derinliklerden bir şey seslendi:

—Ayakkabılarına veda etmek için ölümü bekleme! Henüz diri, henüz yaşamın içinde varken, kendi ellerinle poşetiyle birlikte bırak çöp tenekesinin yanına. Hatta evin yanındaki çöpe bile taşıma! İlk gördüğün çöpün kenarına bırak. Bir süre sonra bir başkası onu oradan alacak ve yaşamın için katacak, henüz ölmemiş halleriyle…

  Nasıl mutlu oldum bilemezsiniz. Sürekli biriktiren, korkan, bocalayan, bilgiyi ayrıştıramayan, sanatın kılcal damarlarındaki akışları tartışamayan dünyanın içinde, yeniye, değişime, dönüşüme sarılmak, hiç de fena bir şey değilmiş dostlarım…

   Kendimi ne bir müsrif, ne şımarık bir zengin olarak gördüm. Zamanı gelince, nasıl bizle vedalaşacakken beden-can, bizler de vedalaşmanın şanlı, yaşayan, damıtılmış hallerine, henüz yaşarken tutunmalıyız, dedim kadim seslenişin kendisine.

   “ Şimdi, yeni şeyler söyleme zamanı cancağızım…”Yeni ayakkabılar, elbiseler, mobilyalar, arabalar, evler hepsi bir yana; değilse yeniliğin rüzgârlarının esmesi, buğday öğütmek için dönmüyorsa değirmenin taşı; un ve mis kokulu taze ekmeklerin kokusu yayılmıyor etrafa; yayılamıyor, varken her şey…

 Güven SERİN 

 

 

 

 

 

  


Hiç yorum yok: